25 Mayıs 2008 Pazar

Deniz Taksisi

Son yazımda da yine bi taksi haberinden bahsetmek istiyorum ve yine İstanbul'da gerçekleşen bi yenilik. Bu taksilerde İstanbul trafiğinden bıkmış insanlar için oldukça güzel bir ulaşım olacak. E tabi deniz tutmuyorsa, çünkü bunlar deniz taksileri. Şuanlık sadece bir tanesi hizmet vermekteymiş ancak eylül ayında İDO tarafından 5 tane daha hizmete sunulacakmış. Yani İstanbullular şimdilik bir taksiyle idare etmek zorunda kalacaklar. (10 kişilik olduğunu düşünürsek eylül ayına kadar birçok insanın ihtiyacına pekte cevap veremeyecek) Yaklaşık 10-12 metre uzunluğunda, dört-beş metre eninde tasarlanan ve katamaran bir gövde yapısına sahip deniz taksiler, asgari 18 deniz mili hız yapabilecekmiş. Azami 10 yolcu ve bir operatör taşıma kapasitesine sahip deniz taksilerde, seyir ve can güvenliği en ileri teknoloji ile sağlanacakmış, çift makineli olarak tasarlandıkları için manevra kabiliyetleri çok yüksek olacakmış. Yolcular deniz taksisini SMS yoluyla ve İDO’nun çağrı merkezinden istedikleri iskeleye çağırabileceklermiş. Çağrı merkezi kanalıyla çağrılacak deniz taksilerle ilgili müşterisine gidilecek duraklar, mesafe ve ücret bilgileri önceden bildirilecekmiş. Nakit veya kredi kartıyla ödeme yapılabilecekmiş, yazar kasa fişi kesilecekmiş. Şartnameye göre, deniz taksilerin ücretleri gündüz 15 YTL’den başlayacak ve her deniz mili 10 YTL olacak. Gece ise açılış 20 YTL ve her deniz mili 15 YTL’den ücretlendirilecekmiş.İDO ve Ulaşım Koordinasyon Merkezi'nin (UKOME) belirlediği ücretler güzergahlara göre şöyle:

Beylerbeyi-Ortaköy (32 YTL, 6 dakika)
Kalamış-Bebek (86 YTL, 23 dakika)
Çengelköy-Beşiktaş (37 YTL, 7 dakika)

İstanbullulara yeni taksileri hayırlı uğurlu olsun diyorum ama denizi de istila etmeye başlamayalım demekten de geri kalamayacağım. Düşünsenize herkeze özel deniz taksileri çıkıyomuş. Artık banka kredisini alan kendine bi deniz taksi alır bi bakmışsınız denizde de trafik olmuş:) Şaka gibi birşey olur heralde. Eğer boğazdan geçtiyseniz ve dikkat ettiyseniz çoğu arabanın içinde yanlızca bir insan var anlayacağınız arabasını alan atmış kendini yola. Ee ondan sonra trafik kaçınılmaz oluyor okadar büyük nüfuslu bir şehirde.

Herkezlere iyi tatiller diliyorum. Bu blogları özleyeceğim...

23 Mayıs 2008 Cuma

HAYVANLARDA ARTIK KONUŞARAK ANLAŞIYOR

Hepimizin bildiği bir söz vardır;" Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır" derler. Pazarlamanın en önemli unsurlarından olan tv reklamlarında bu tema işleniyor belkide farkında olmadan. Türkiyede faliyet göstermekte olan tüm gsm şirketleri pazarlama politikalarını bu söz üstüne kurdular, nasıl mı? Turkcell'in altın yumurtlayan tavuk tarifesini bilmeyeniniz yoktur sanırım veya Avea'nın "ohh beee" tarifesindeki kuzunun; oh beee diyişine hepimiz gülmüşüzdür. Vodafone da onlardan geri kalırmı hiç, onlarda geyik tarifesi çıkardılar ve sınırsız geyik sundular abonelerine. Tüm bunlar da yazımın başında yazdığım ve kimin söylediği bilinmeyen hayvanların koklaştığını ve konuşamadığı tezi ile bağdaşmamaktadır. Tüm bunların ışığında tüm bu gsm devlerinin en büyük rakibi olan Türk Telekom reklamlarında Cem Yılmaz yerine bir hayvan oynatmaya kalkarsa bu acaba hangi hayvan olurdu? Cem Yılmaz ile de yollarına devam ederlerse hiç şaşırmam:)

22 Mayıs 2008 Perşembe

Ayak Üstü 21 Milyon Dolar




Geldik dönemin sonuna, dönemle beraber bir çok şeyinde sonu geldiği gibi bloklarında sonu geldi. İlk yazım Microsoftu, son yazım ise tavuk ayağıyla ilgili. Herşey gibi bu da karışık. Tavuk ayağı diyip geçmek istemedim çünkü önemli bir konu. "Eskiden ayak olanlar şimdi baş oldu". Ama neyseki bu bahsedeceğim konu diğerlerine nazaran daha önemli, en azından ülkeye bir yararı dokunuyor. Başımızdaki insanlar ufak tefek atışmalarla devleti nereye getirdiler. Ayaklar neler yaptı işte. Konumuza geri dönelim, bu ayaklar tavuk ayakları, 2006 yılında 28 milyon dolar olan beyaz et ihracatımız geçen yıl 44 milyon dolara çıktı. Bunun büyük bir kısmını Türkiyede tüketilmeyen tavuk ayakları oluşuturuyor. Daha çok uzak doğu ülkeri; Hong Hong, Vietnam, Çin gibi ülkeler bu ayakları cipslerde ve çeşitli çorbalarla tüketiyor. Ege Canlı Hayvan Su Ürünleri ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Sinan Kızıltan, tavuk ayağı ihracatı bizim için büyük bir gelir kapısı olduğunu söyledi. 2006 yılında tonu 300 dolar olan tavuk ayağı geçen sene tonu 700 dolar oldu. Umarım, gıda fiyatlarının patlama yaptığı bugünlerde bizim beyaz et üreticilerimizde bir kurnazlık yaparda bundan kendilerine pay çıkarırlar. Uzak doğudan ülkemize daha çok döviz getirirler.


Son olarak, bazıları koltuk sevdasından vazgeçip memlekinte neler oluyor diye baksa iyi olur. Çünkü büyük bir kriz yaklaşıyor ve bizde en ufak şeyden yarar sağlamak durumundayız bu krizi en az zarar ile atlatmamız için. Tavuk ayağı örneğide bu duruma uygundur.


Kapanış: Benim açımdan güzel bir dönemdi. Umarım daha güzel dönemlerde beraber oluruz ve hocam bu blok olayı çok güzeldi ve ilk defa siz bunu yaptırdınız. Maliyeti az karı çok günler dilerim:)))

11 Mayıs 2008 Pazar

HD DVD öldü, yaşasın Blu-ray


DVD’den sonra gelecek olan endüstri standardı konusunda Sony’nin Blu-ray’e, Toshiba’nın HD DVD’ye destek vermesiyle başlayan format savaşları son buldu. 80’lerdeki Betamax ile VHS formatları arasındaki yarışa benzetilen yeni nesil HD formatı savaşının galibi Sony yani Blu-ray oldu. Toshiba HD DVD üretimine devam etmeyeceğini açıkladı.

Tek katmanlı bir DVD’nin 4.7 GB, çift katmanlının 8.4 GB’lık depolama kapasitesini, tek katmanda 25 GB’a, çift katmanda ise 50 GB’a taşıyan Blu-ray’in galibiyetinde film endüstrisi, bilgisayar dünyası ve zincir mağazalardan gelen desteğin büyük katkısı oldu. Elbette bu gelişmede, Blu-ray’in yapılan pek çok bağımsız testte, yüksek tanımlı görüntü ve ses sistemlerinde açık ara farkla galip gelmesinin de payı büyük.

Blu-ray’i galibiyete götüren gelişmeler ise Warner Bros, Disney, Sony Pictures, Paramount Pictures, MGM, Fox ve Netflix gibi büyük şirketlerin Blu-Ray'i destekleyeceklerini açıklamaları oldu. Ayrıca Dünyanın en büyük market zinciri Wal-Mart, HD DVD ürünlerinin satışını Haziran 2008’de tamamen durduracağını ve HD DVD oynatıcı, film gibi bütün HD DVD ürün stoklarını eriteceğini, yüksek tanımlı ürünler söz konusu olduğunda stoklarını Blu-ray’e ayıracağını duyurdu.

Bu gelişmelerin ardından Toshiba, önce fiyatları yüzde 50’ye kadar düşürme yolunu seçti. Piyasada bunun herhangi bir etkisi olmayınca şirket baskılara dayanamadı ve mücadeleden vazgeçtiğini duyurdu. Toshiba’nın, artan giderleri kısmak için bu yarıştan çekilmesinin ardından, yaptığı duyuruyla adeta HD DVD kullanıcılarından özür diledi. Bugüne kadar farklı kategorilerde 1.3 milyon HD DVD oynatıcı ve kaydedicinin piyasaya çıktığının tahmin edildiği belirtilerek, firmanın bu alanda gireceği maddi sıkıntıdan daha fazla tüketicilere verilen zarardan pişmanlık duyulduğu belirtildi.

4 kiloluk dijital kamera


Bugün hepimiz, gittiğimiz her yerde elimizde küçük bir dijital fotoğraf makinesi ile dolaşıyoruz. Hatta bir makineye bile ihtiyacımız yok, cep telefonları artık en kaliteli dijital fotoğrafı çekecek yeteneğe sahip.
Peki ama dijital fotoğraf teknolojisinin bugünlere gelmesini sağlayan ilk adımları hiç merak ettiniz mi? Kodak'ın 1975 yılında geliştirdiği ilk dijital fotoğraf makinesi, günümüzün ultra taşınabilir megapiksel canavarlarına hiç ama hiç benzemiyor.

Dijital fotoğraf makinelerinin mucidi olarak bilinen Steve Sasson, birkaç yıllık çalışmanın ardından, 1975 yılında "yarı-taşınabilir" dediği ilk dijital fotoğraf makinesini tanıtmıştı. Bu makine siyah-beyaz fotoğraflar çekebiliyor ve bu fotoğrafları basit bir kasede kaydediyordu. Yani dijital fotoğraf tarihinin başında ne renkli fotoğraflardan, ne de bellek kartları / dahili belleklerden bahsediliyordu. Tabi fotoğraf çekme ve bu fotoğrafın kasede kaydedilme süresi de bugünkü gibi 1-2 saniye değildi. Tüm bu işlem toplam 23 saniyede tamamlanabiliyordu.

Peki ama kasede kaydedilen fotoğrafı görmek için ne yapmak gerekiyordu? Bu iş için oldukça hantal görünümlü ve TV'ye bağlanan bir bilgisayar kullanılıyordu. Kaset bu bilgisayara takılıyor, fotoğraf da TV ekranında görülebiliyordu.
Tam 16 adet büyük nikel-cadmium pil ile çalışan bu nostaljik dijital fotoğraf makinesinin patentini daha o zamanlarda alan Kodak, dijital fotoğraf dünyasında bugün geldiği noktayı belki de Steve Sasson'un bu "iri" buluşuna borçlu. :))

10 Mayıs 2008 Cumartesi

KRİZ Mİ DEDİNİZ???


ABD ve Avrupa ekonomide durgunluk korkusu yaşarken, Türkiye lüks tüketimde rekora koşuyor. 2007’de Rusya’daki lüks tüketim fuarı sonrası ilki İstanbul’da yapılan A Plus Lüks Markalar Fuarı’nda bu yıl 2 günde 1.5 milyar dolarlık satış yapılacağı tahmin ediliyor. Geçen yıl fuarda yine 2 gün içinde ulaşılar satış hacmi 900 milyon dolar olmuştu. JNR Fuarcılık tarafından 30-31 Mayis tarihlerinde Hilton Convention Center’da yapılacak olan fuara bu yıl da lüks tüketimin en tanınan markaları ve dünya sosyetesinin önde gelen isimleri katılacak. Özellikle 3 milyon dolar tutarındaki kişiye özel mücevher takımları, 700 bin dolarlık el yapımı özel saatler, alınması için sıra beklenen 750 bin dolarlık lüks otomobiller fuarın yine en gözde sektörleri arasında yer alacağı ifade ediliyor. Bu kez ayrıca Bodrum’da özel yatların önüne park edilebileceği 23 milyon dolar tutarındaki ultra lüks villalar, ABD’deki Miami ve Virgin Adaları’ndaki villalar, 7 yıldızlı oteller, SPA merkezleri, VIP uçak kiralama ve Harley Davidson motorları satışa sunulacak. VIP konuklara yönelik olarak gerçekleştirilen fuara gelecek ziyaretçiler ilkinde olduğu gibi özel davetiyelerle limuzinlerle evlerinden alınarak yine evlerine bırakılacak. JNR Genel Müdür Yardımcısı Elif Keleş, değeri milyar dolarla ifade edilen farklı sektörlerdeki şirketlerin her birinin kendi alanında iddialı ünlü markalarıyla fuara katılacağını belirterek "Dünya genelinde yıllık bazdaki cirosuyla 100 milyar doların üzerindeki rakamlarla ifade edilen lüks tüketim, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki giderek pazar payını büyütmeye başladı. Paralel olarak ülkemizde de lüks tüketim pazarı ciddi bir büyüme gösteriyor. Sektör temsilcileri bu nedenle Türkiye’de de A Plus tüketicilerin yaşam tarzlarını kolaylaştıracak en son ürünlerini önümüzdeki fuarla birlikte görücüye çıkaracak. Fuarda konuklar için fashion-TV’den naklen yayınlacak bir defile de yapılacak" dedi. Keleş fuarda, mücevherat, saat, yatlar, lüks arabalar, mobilyalar, Bankalar ve kredi kartları, spa otelleri, elektronik ve elektrikli ev aletleri, antikalar, içkiler ile moda ve moda eksesuarları ile lüks yaşam tarzındaki tüm ürün temsilcileri yer alacağını da söylüyor. Son olarak eklemek istiyorum, resimdeki banyoda duş almak nasıl bir duygu acaba:))))

BİRANIN KRALI, BİR DÜNYA MARKASI EFES


Sadece bulunduğu bira pazarının değil, Türkiye’nin ve dünyanın en güçlü markalarından biri Efes. 39 yıl önce hayatımıza giren Efes Pilsen, Türkiye’nin bira pazarının %83’nün sahibi. Avrupa’nın 6’ncı büyük bira grubu olan Efes Pilsen, yeni tatları, markaları ve buna benzer diğer çalışmaları ile dünya genelinde de iddialı çalışmalara imza atıyor. Peki artık dünya çapında bir marka haline gelmiş Efes’in başarısının altında yatan sırlar neler? İlk olarak, bu başarının altındaki en büyük güç marka bilinirliği. Dünyada en çok tanınan, her koşulda pazarın lideri olmayı ve pazarı belirlemeyi başaran, reklamları, sponsorlukları ve bunun gibi daha nicesiyle son derece güçlü ve sıkı bir oyuncu Efes Pilsen. Pazarlama gücü ve kurumsal yönetimi markayı marka yapan etmenlerin başında geliyor. Gerek dağıtım yapısı, gerek teknik yapısı, gerekse de satış sistemindeki etkinliği bugüne kadar Efes’i ön plana çıkaran faktörlerdi. Bütün bunların yanı sıra Efes’in buralara gelmesinde ki diğer önemli faktör ise, kendi bünyelerinde oluşturdukları Araştırma Departmanları. Efes Pilsen yıl boyunca hem araştırma departmanlarıyla hem de çeşitli araştırma şirketleri ile pazar ve tüketici araştırması yapmış ve tüketici ihtiyaçlarını belirlemiştir. Ve böylece hem sektörü geliştirmeye yönelik bir çalışma yapmış hem de kendi gücüne güç katmıştır. Bunların en güzel örnekleri de bugüne kadar pek çok ilki hayata geçirmiş olmaları. Bu yeniliklere de ilk kutu bira, ilk light bira ve ilk fıçı kutu bira örnek olarak gösterilebilir. Tüm bunların yanı sıra kültüre de tam destek devam ediyor. Bu yıl 7. kez düzenlenecek olan Efes Pilsen One Love Festivali, bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Rock’n Dark Express müzik yarışması ve belki de Efes’in en büyük organizasyonlarından biri olan ve bu yıl 18. senesini bitirecek olan Efes Pilsen Blues Festivali. İşte bütün bu çalışmalar, yapılan yenilikler, gerçekleştirilen organizasyonlar bira kültürünü yaygınlaştırmak ve Efes’in gücüne güç katmak için yapılıyor. Keşke bütün markalar Efes olsa. :D:D:D:D

9 Mayıs 2008 Cuma

Blackberry ve iPhone Rekabeti




iPhone renkli tasarımı ve kullanışlı yapısıyla tüketicinin dikkatini çekmeyi başarmış. Tabi bunu başarmasında reklamın payı büyük. Akıllı cep telefonu olan iPhone' nun kullanıcı kitlesi artmış ve pazar payı büyümüş. Buarada rekabetçilerini de endişelendirmeye başlamış. Önceleri Blackberry'nin üreticisi RIM şirketinin, iPhone'nun piyasa girmesiyle satışları artmış. Çünkü sıradan kullanıcılarda akıllı teli tercih etmeye başlamışlar. Daha sonra iPhone'nun pazar payı BlackBerry'i geçmeye başlamış. Ve şuan geçmiş durumda. Yapılan anketlerde kullanıcıların %79 'u iPhone'u tercih ederken %54'ü Blackberry'i tercih ediyormuş. Pazarda Blackberry güvenlik açısından daha iyi durumdaymış iPhone'a göre . iPhone bunun üzerine ne yapmış dersiniz? Güvenlik açısından oldukça iddialı Android projesiyle Google'da akıllı tel pazarına girmiş. Dolayısıyla Blackberry'nin endişe sebepleri artmaya başlamış. İkiside şuan oldukça yeni ve kullanışlı ürünler çıkartma hazırlığında ve rekabet oldukça büyük. Bana kalırsa iPhone için hazırlanan yeni programların özellikleri BlackBerry'yi gölgede bırakacak kalitede. Apple, telefona 3-boyutlu görüntü gösterme özelliğini eklemiş, ayrıca sensörler aracılığıyla hareket ettirildiğinde telefonun bunu algılayabilmesini sağlamış. Bu da özellikle bilgisayar oyunu alanında iPhone'u çok güçlü kılıyor. Bence iPhone olayı iyi yakalamış ve bilgisayar oyunlarına da yönelmiş. Fakat Blackberry'nin böyle bir girişimde bulunmaya niyeti yokmuş.Yani sadık kullanıcı kitlesine güvenmekle kalmaktan başka pekte bir çaresi kalmıyor Blackberry'nin. Bakalım ilerleyen günlerde neler olacak iki rakip firma arasında?Hep beraber görücez ama bana kalırsa tüketicilerin zevklerini dikkate alarak sürekli farklı ve yeni şeyler üreten iPhone karşısında Blackberry'nin işi zor. İkisine de kolay gelsin ne diyim rekabet zor iş ...

LÜKS ÜRÜNLER DE TELEVİZYON REKLAMINA BAŞLIYOR

Medya planlama şirketleri , lüks tüketim ürünleri için en uygun mecranın dergi olduğu konusunda hemfikirdir. Dergilerin baskı kalitesi , okuruna dolaysız ulaşması , hedef kitlenin net biçimde segmente edilebilmesi ve uzun süre saklanması , moda , kozmetik , elektronik hatta otomotiv sektörü için önemli katma değer sunar. Televizyon genel bir kitleye seslendiği için , lüks kategorisine çok uygun değildir. Geçtiğimiz ay , Louis Vuitton , bu kanıyı yıkarak , aralarında CNN ve BBC gibi önemli isimlerin de olduğu bir dizi kanalda reklam yaptı. Şubat 15 ‘ten itibaren sinemalarada ve uydu ve kablo aracılığıyla yayın yapan televizyonlarda 90 saniyelik bir reklam filmi yayınlamaya başladı. TNS Media Intelligence verilerine göre 2007 yılında 35 milyon dolarlık reklam bütçesinin tümünü gazete ve dergilere ayıran Louis Vuitton ‘un bu yıl bütçesini artıracağı öngörülüyor.
LV , moda endüstrisindeki en önemli markalardan biri. Trendleri belirlemekteki gücü tartışılmaz. Şimdiye kadar televizyonu ağırlıklı olarak parfüm markalarını tanıtmakta kullanan ünlü moda kuruluşlarının bu akımı izlemeleri mümkün. Bu da her yıl pazar payı azalacağı ve internetin karşısında yok olacağı iddia edilen televizyonlar için şüphesiz çok önemli bir taze gelir kaynağı olacak.

7 Mayıs 2008 Çarşamba

pet taksi


Şuana kadar birçok hayvan besledik ailecek evimizde, kuş(hatta güvercin bile:)), kaplumbağa, balık, civciv(ama o civcivler hiç büyümedi), bikaç tane kedi (yaklaşık 1 ay önce 15 yaşındaki kedimizi kaybettik:( ) ve şuan 2 tane köpeğimiz var ama malesef Bursa'dalar ve İzmir'e getirebilme gibi hiçbir şansım yok artık. Boxlarıyla bile yolcu otobüslerinde getirip götüremiyoruz onları yani araban varsa evinde köpek yada kedi bakabilirsin yada evden çok uzaklarda olmamanız gerek. Buda birçok insanın yapamadığı birşey ve olur yanı da çok fazla değil zaten eğer evinizdeki hayvanınızı emanet edebilceğiniz biri yoksa (aa hayvan bakıcılığı da başlatılabilir mi acaba yazarken aklıma düşüverdi:) ) Bunun için Mehmet Taşkınoğlu adındaki sevgili abimiz, biz hayvanseverler evinde özellikle köpek bakmak isteyen, bakan fakat yol problemi olanlar için Pet Taksiler yapmış. Bu fikirde arkadaşının köpeği hastalanıp hiçbir taksinin köpeği kabul etmemesi ve kendisinin gidip arkadaşının köpeğini veterinere götürmesi sonucu aklına geliyor. Şuan İstanbul'un heryerinde hizmet vermekteymiş. Hatta istanbul'dan şehir dışına bile gidebiliyorlarmış. Üstelik hijyene,hayvanın rahatlığına önem verdikleri için çalışanlar eğitimli kişilerden oluşuyormuş yani anlayacağınız sizin evcil hayvanınız taksilerde paşalar gibi ağarlanarak geçiriyor yolculuğunu. Fiyat olayına gelincede taksi deyince insanın kafasında hemen bir taksimetre canlanıyor fakat bu pet taksilerimizde böyle bir uygulama yokmuş. 5ytl ile açılış yapıyorlarmış sonra kilometre başına 2 ytl ekleniyormuş. Birde 20-30 tuttuysa,uzak mesafeyse ona görede indirimleri varmış. Valla güzel düşünmüşler ne diyim. Tabi hayvan bakan bilir diyerek yazımı noktalıyorummmm.

28 Nisan 2008 Pazartesi

ISLAMIC HOLIDAYS


Bir süredir gündem de olan konulardan biri bu İslam otelleri. Gazetelerde, televizyon kanallarında ve bunun gibi pek çok yerde adından söz ettiriyor. Türkiye’de sayıları 20’yi bulan bu tesettür otelleri “Islamic Holidays” sloganıyla yurt dışı turizm fuarlarında da tanıtılmaya başlanmış. Alkollü içki servisinin yapılmadığı, erkek ve kadınların ayrı havuzlara girdikleri, kadın müşteriye kadın garsonun verildiği, kameralı telefonun kabul edilmediği ve buna benzer pek çok şeye sahip bu oteller. Artık yasak mı dersiniz yoksa hizmet mi onu bilemem ama, bu otellere yurtdışından müthiş bir talep varmış. Aslında bunda pek de şaşılacak bir şey yok. 1980’lerden beri tüm dünyada yeni bir sağ anlayışı yükseliyor. O yüzden bugün Islamic Holidays’i pazarlayanlar, kapitalist ekonominin her türlü nimetinden faydalanıyorlar. Misal; taksitli satış deseniz var, internet üzerinden tanıtım deseniz var. Manzara aynı manzara, havuz aynı havuz, açık büfe aynı açık büfe… Peki değişen ne? Değişen tek şey; afişlerdeki mayolu kadını kaldırın, yerine tesettürlü bir kadın koyun yeter. Nasıl Coca Cola ya da Burger King gibi dünya markaları Ramazan ayı geldiğinde yerelleşiyorlarsa, Islamic Holidays firmaları da aynı şeyi yapıyorlar. Yani anlayış şu; ister kapalı olsun ister açık olsun, sonuç olarak herkes tatil yapmalı, herkes tüketici olmalı mantığını güdüyorlar. Belki de İslami tatil konusuna bir de bu yönden bakılmalı. Sonuçta modern dünyanın getirdiklerini reddetmeyip, onu kendine uyarlamasını bilmekte bir pazarlama taktiği.

27 Nisan 2008 Pazar

İngiliz’in evine kaplumbağa Fransız restoranlarına kurbağa bacağı satıyoruz


Geçen günlerde arkadaş grubumda katıldığım sohbet sırasında öğrendiğim bir bilgi benim çok ilgimi çekti ve beni çok şaşırttı. Soframızın vazgeçilmez lezzetlerinden olan tavuğun ayaklarının Çine ihraç edildiğini ve bu tavuk ayaklarının çinliler tarafından çerez niyetine tüketildiğini öğrendim ve bunun üzerine yaptığım bi araştırmayı paylaşmak istedim.

İhracatçılar tavuk ayağı, kaplumbağa, kurbağa bacağı, sülük, midyat güvercini ve salyangoz gibi birbirinden ilginç ürünleri yurtdışına satıyor. Tüketicisi olmadığı için Türkiye’de tutulmayan ancak Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok yerine gönderilen bu ürünlerin üretimi de ülkemizde her geçen gün artıyor. Piliç üreticileri Çin ve Almanya gibi ülkelere tavuk ayağı gönderirken, Bandırma’da yetiştirilen kurbağalar Fransa’daki lüks restoranlarda servis ediliyor. Foça’da çiftlikten çıkan kaplumbağalar, İngiltere başta olmak üzere Avrupa’daki evleri süslüyor. Hollanda ve İsviçre’den talep gören Midyat güvercinlerinin de Avrupa’da festivalleri düzenleniyor. Yabani sülükler ise Japonya’da güzellik kremlerinde kullanılıyor.

Türkiye’de tüketimi olmayan bir başka ihracat kalemi ise tavuk ayağı. Türkiye’den 5 yıl önce yurtdışına gönderilmeye başlanan tavuk ayağı ihracatı bugün 30 milyon dolara ulaştı. Özellikle Çin ve Vietnam gibi ülkelere yapılan tavuk ayağı ihracatının 25 bin tona ulaştığı söyleniyor ve diğer üreticilerinde faaliyete geçmesi halinde Türkiye’den yapılan ihracatın 100 milyon doları geçebileceğine dikkat çekiliyor. Bu edindiğim bilgi beni bir vatandaş olarak çok memnun etti. Tavuk çiftliklerinde kesilen tavukların ayaklarının çöpe gitmesi yerine ihraç edilmesinin gerçekten çok olumlu olduğunu düşünüyorum.

20 Nisan 2008 Pazar

Makyajlı Volvo


Biraz araba reklamı gibi bir blog olacak ama anlatmak istediğim, bir Fiat Bravo veya bir Megane 2 veya aynı sınıfa ait bir otomobile vereceğimiz parayla Volvo gibi güvenliğiyle ün yapmış bir otomobile sahip olabiliriz. Hem günümüzde bildiğiniz gibi benzinde kriz yaşanmakta ve her geçen gün devamlı zam yapılmakta ve Volvoda buna çözüm getirmiş gibi. Dizel versiyonu çok az yakmakta, ortalama 100 km'de 4.6 lt, hayli tatmin edici. Yani Volvonun böyle bir model çıkrarak hedef kitlesini birazda değiştirmişte olsa yinede iskandinav tarzını değiştirmedi. Türkiyede baba arabası diye bilinen Volvolar artık biz gençlerede hitap ediyor. Yeni S40’da 10 beygirgücü artışla 230 hp güç sağlayan T5 motorun yanı sıra, 100 hp 1.6, 125 hp 1.8, 145 hp 2.0, 140 hp 2.4 ve 170 hp 2.4i olmak üzere beş benzinli ve 240 NM Tork ve 109 hp güç sağlayan olan 1.6 Turbo Dizel motor seçeneği bulunuyor. Özellikle tutumlu ve sportif özellikler sunan 1.6 Turbo dizel motor seçeneğinin bir hayli ilgi çekeceği tahmin ediliyor. Euro 5 Avrupa egzoz atığı değerlerine uygun ilk motor olan ve 400 Nm torku ile dikkat çekmesi beklenen D5’te 2007 sonuyla pazara sunulmuş durumda.

Yenilenen S40’ın isteğe bağlı, hareketli Bi-Xenon farları, sürücünün direksiyon hareketine paralel olarak hareket edebiliyor. Diğer taraftan otomobilin hava yastıklarının açılması durumunda otomatik olarak çalışan flaşörler, karanlıkta meydana gelebilecek kazalarda, arkadan gelen sürücülerin dikkatini çekmeyi amaçlıyor. Fren lambalarındaki Acil Frenleme Lambası (EBL) da , fren pedalına sert basılması durumunda, fren lambalarının hızla yanıp sönmesini sağlayarak arkadan gelen sürücüyü uyarıyor.

Yenilenen Volvo S40’ta isteğe bağlı olarak Alpine marka amplifikatör, Dolby Pro Logic II Surround ve Danimarkalı Dynaudio firmasının ürettiği hoparlörlerden oluşan birinci sınıf ses sistemi de sunuluyor. MP3 veya WMA türnde dosyalarında çalınmasına olanak sağlayan ses sistemleri High Performance ve Premium Sound modelleri ile standart olarak sunuluyor. Sadece performansıyla ya da yakıt tüketimiyle değil, bunun yanında multimedia olanaklarıylada Volvo bir adım önde gibi. Zaten güvenliği hakkında yoruma gerek yok, yukarıdaki açıkla bize herşeyi anlatıyor.

12 Nisan 2008 Cumartesi

HAMAMLARDA NELER OLUYOR ?


Özel bir kütür ve mimarinin simgesi olan hamamlar… Hepimizin bir defa bile olsa gittiği ve son derece keyif aldığı yerlerden biriydi hamamlar. Özellikle de turizm açısından sahip olduğumuz güçlü kaynakların başında geliyordu. Peki son zamanlarda bu kültür simgelerinde neler oluyor? Tarihçesi Romalılar’ a dayansa da hamam denince akla gelen ilk ülke Türkiye’dir. Tarihten beri hamamlar yerli yabancı herkesin ilgisini çekmeye devam etse de, şu günler de ne yazık ki hamamlarımız tarih olmakla yüz yüze. Özellikle İstanbul’ da bulunan ve muhteşem mimarileriyle çoğu insanın dikkatini çeken İstanbul hamamlarından, 1952 yılında 73 tane hamam aktifken, bugün 30’lu rakamların altına düşülmüştür. Peki tarihimizde bu denli bir geçmişi olup da, şu günlerde bu derece gerileyen hamam geleneğini buralara iten sebepler nelerdi? Aslında bu sorunun cevabını bulmak o kadar da zor değil. Özellikle son yıllarda hızla gelişen ve büyüyen SPA’ lar, bunların yanı sıra çok değişik yöntemler ve teknolojiler kullanan masaj salonları bunlardan sadece bir kaçı. Peki bu derece büyüyen ve inanılmaz bir rekabet ortamı yaratan bu faktörlere karşı hamam işletmecileri boş mu duruyor? Kesinlikle hayır. Artık bir şeyler yapılması gerektiğini anlayan işletmeciler de, değişik yöntemlere başvurarak eski günleri geri getirmeye çalışıyorlar. Kimisi hamam bünyesinde SPA hizmeti, kimisi krem masajı, kimisi de yeni masaj odalarında otantik bir dekorda müşterilerine hizmet veriyor. Yani tarih boyunca kültürümüzün en önemli ve renkli öğelerinden biri olarak varlığını sürdüren hamamlar da, son yıllarda SPA kültürünün yaygınlaşmasıyla kendilerini yenileme yarışında buldular. Peki hamamlarda yapılan bu değişiklikler işe yaradı mı? Elbette yapılan her yenilik ve değişim olumlu olarak hamamlara döndü. Ve bence bunlardan en önemlisi olan reklam tanıtımları yapıldı. Hem de Kültür ve Turizm Bakanlığı’ nın hazırlamış olduğu 2008 yılı Türkiye tanıtımı filminde hamamlarımızdan da kareler oluşturuldu. Önceden sadece tarihi hamamlara yer verilirken, şimdi modern hamamlar da tanıtımlarda yerini aldı. Belki de bu değişim ve rekabet ortamı olmasaydı kalan o hamamlarımızda hızla yok olacaktı. O yüzden bence bu modern hamam işi iyi oldu. Hem hizmet açısından hem de rekabet ortamının oluşmasından dolayı herkes kendini yenileme çabasına girdi. Ne diyelim inşallah böylesine köklü, böylesine bizle kalıplaşmış olan bir kültürü hiçbir zaman kaybetmez ve ona her zaman sahip çıkarız.

10 Nisan 2008 Perşembe

RAKS MARKASINI HATIRLAYANINIZ VARMI?

Hatırlamayanlar için ben hatırlatayım; 43 yıl önce Manisada kurulan ve yedi kıtalık dünyanın beş kıtasında 55 ülkeye ihracat yapmış, Türkiye’de eşi benzeri olmayan ender şirketlerden biriydi. Bünyesinde 300 tane Türk mühendis bulunduran, kaset üretiminde dünyada ilk sıralarda yer alan bir şirketti. Bahsettiğimiz bu şirket'in tek bir hedefi vardı; dünyada kaset üretiminde bir numara olmak. Birinci olamadı ama ikinci olmayı başardı. Ama unuttukları tek şey değiştirilebilir birhedef belirliyememeleri veya değiştirememeleri. Kaset devrinin bitmeye başladığı ve cd devrinin pazara hakim olduğu dönemlerde bile kaset piyasasında birinci olabilmek için tüm yatırımlarını bu yönde yaptı. Derslerimizde öğretilen ve yönetici körlüğü olarak bildiğimiz duruma en güzel örnek belkide. 2000 li yılların başında iflas eden ve tekrar küllerinden dirilen firma bugun Çin'de olduğu gibi fason üretimi Manisa daki fabrikasında "jvc,Kodak,sony,maxell" gibi rakip firmaların üretimini yapmaktadır. Nekadar üzücü bir durum birzamanlar yarıştığın ve hatta rakip demenin bile iltifat sayılabileceği firmaların fasoncusu durumundasın. Yılda 150 milyon ihracat hacmine sahip bir holding 150 milyon dolar borcunu ödeyemedi ve battı.

RAKS yıllarca dünyaya üzerinde made in Turkey yazan kasetler satmakla kalmadı. Vantilatör ve çeşitli ev eşyaları üretimi de yaptı. Raksotek ve D&R gibi (D&R nin "R" raksındır )Türkiye genelınde magazaları da bulunmaktadır. Dünyada Türkiye adına bir çok ilke imza atmış ve Türk ekonomisine büyük bir katkı sağlamıştır. Hatta ekonomiye katkılarından dolayı 9.cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından şirket kurucularından ve yönetim kurulu başkanı olan "Aslan Önel"e devlet üstün hizmet nişanı verilmiştir.Bunun dışında Discovery Channel, Number One kanallarını Türkiye'de yayına başlatıp, yönetmiş ve Genç TV kurucularından olmuştur. Sanatçılar ve eser sahiplerinin hakkını koruma amaçlı olarak Müyap birliğinin kuruculuğunda öncülük etmiş, hologram sistemi ilede kaset piyasının %90 ı korsan iken bunu % 15 lere düşürmüş ülke ekonomisine büyük destek sağlamıştır. Şimdilerde sanatçıların en çok yakındığı korsan yayıncılıkta takdir edersiniz ki cd nin piyasaya çıkışıyla beraber patlak verdi ve bu tarihler RAKS'ın gücünü yitirip iflasın eşiğine geldiği tarihle aynı. Kimbilir belkide RAKS eskisi kadar güçlü olabilse piyasamızda korsan yayınıda durdurabilirdi.

Geçenlerde ise bir arkadaşımın elinde RAKS marka bir telefon gördüm ve çok şaşırdım. Bildiğimiz RAKS telefon işine de girmiş. Yazımın başlarında yenilikleri görmeyen firmamız cep telefonu işinede girmiş. Araştırmalarımın sonunda anladım ki aslında cep telefonu pazarında yeni bir marka değil. 1994 yılında mobil telefon ar-ge'sıne başlamış 2000 yılının sonlarına doğru ilk modellerini piyasaya sürmüştür. Özenle de belirtmek gerekırse ilk telefonları patentler sebebiyle Çin malı olup sonrakilerı Türkiye'de montajlanarak üretilmiştir. Telefon işinde de önemli bir başarı grafiği sağlamış 7530 modeli ile de Türkiye'de ilk ve en iyi GPRS teknolojisini uygulamıştır. Tüm bunlara rağmen ben ilk RAKS marka telefonu geçtiğimiz günlerde görme fırsatına eriştim eminim birçoğunuz bu konuda benim kadar şanslı bile değilsiniz.

8 Nisan 2008 Salı

LÜKS KOZMETİKTE FİYAT İNDİREREK LİDER OLDU

Tekİn Acar 29 yıl önce bebek kıyafetleri mağazasında kozmetik reyonuyla işe başladı.
Şu anda 36 mağazası var. ’Kozmetik Türkiye ’den alınır’ diyerek free shop fiyatıyla satışa başladı. 2001 krizi sonrasında kozmetikte Türkiye ile Avrupa fiyatları arasında ciddi bir farklılık yarattı. Kozmetik fiyatlarıyla free shop arasında bir uçurum oldu. Bu nedenle sektördeki büyüme de durma noktasına geldi. Bu durumda 2006 yılında Tekin Acar sektörün canlamasında ciddi bir rol oynadı. %40 varan oranlarda yaptığı indirimle ürün fiyatını düşürdü.^^Yüksek fiyatlara karşı bir mücadelenin öncülüğünü yapmış oldu.^^. Kampanya büyük ilgi gördü, Tekin Acar ,satışlarını ikiye katladı ve 66 milyon YTL ciro yaptı. Acar, fiyatları Avrupa fiyatlarının üzerinde olan markaları raflarına koymadıklarını söyledi. Bu durumda da markalar Acarın stratejisine ayak uydurdular ve fiyatlarını yurtdışı fiyat seviyelerine kendileri çektiler. Bizim indirim yapmamıza gerek kalmadı ^diye konuştu. Bu gelişmelerden sonra Tekin Acar hızlı bir büyüme sürecine girdi. Selektif kozmetik pazarı yüzde %20 ‘nin altında büyürken tekin Acar cirosal olarak yüzde 34,21 oranında büyüme kaydetti. Şirket,2007 ‘de sahip oldugu yüzde %33’lük pazar payıyla selektif kozmetik pazarında liderliği ele geçirdi.Bugün 13 ilde 35 mağazayla faaliyet gösteren zincirin, 2007 cirosu 66 milyon YTL. Tekin Acar, 2008 yılı sonunda Pazar payını yüzde 40 ‘a çıkarmayı ve mağaza sayısını 50 ‘ye ulaştırmayı planlıyor.
Tekin Acar bu fiyat stratejisini devam edeceğini belirtiyor. Doğrusunu sölemek gerekirse işe yaramış gibi görünüyor.Niçin markalar yurtdışından daha pahalı olsun ki?
Sonuç olarak Acar , markaların desteğiyle daha fazla sayıda marka fiyatını aşağı indirebilir. Hatta bazı şirketlerle görüşülmüş ve fiyatlarını geri alacakaları belirtilmiş.Bebek mağazasında kozmetik reyonuyla başlayıp bu seviyeye kadar gelmesi gerçekten takdir edilecek bir durum. Rakipleri tarafındanda izleniyor örneğin ; Sevil Parfümeri de 2007 ‘de fiyat düşürmüş. Herhalde görünen o ki yakın zamanda Avrupa fiyatlarının üzerinde kozmetik satacak mağaza kalmıcak. Bakalım o zaman rekabet nasıl olacak?

20 Mart 2008 Perşembe

80 milyon dolar kazandı, 50 milyar dolar zarar ettirdi.

Bir şirketin en önemli çalışanı şüphesiz C.E.O sudur kuşkusuz ama size desem ki "aynı zamanda şirketin en önemli reklam yüzü ve pazarlama elamanıdır", herhalde birçoğunuz nasıl yani C.E.O niye pazarlamayla uğraşsın bu işi pazarlama departmanı yapar dersiniz; ama C.E.O larda bunu bilinçli yapmıyor zaten çalışmalarda en önde oldukları için pazarlama kendiliğinden gerçekleşiyor. Ben daha fazla kafa karıştırmadan örneğimi sizle paylaşmak istiyorum. Araba tamirciliğinden başlayıp şuan hepimizin tanıdığı dünya otomobil devleri arasına gelen, 390 bin kişinin çalıştığı ve yıllık cirosu 142 milyar euro olan DaimlerChrysler şirketinin başkanlığına kadar yükselen Jürgen Schrempp'in düşüşü de çok hızlı oldu. Schremp'in görevi bırakacağı haberi bile DaimlerChryslerin hisse senetlerini borsada %11 arttırdı. Bir finans dergisinin araştırmasına göre Schrempp'in yönetim kurulu başkanlığında şirket hisselerinin 50 milyar dolar azaldığını, kendisinin ise aynı süre içinde 80 milyon dolar kazandığını tespit etti.Bukadar kötü bir ün salmak için neler yaptı isterseniz kısaca bahsedeyim size. Schrempp'in 1998 yılında Smart marka otomobil üretimiyle şirketi 2.6 milyar Euro zarara soktuğu belirtildi. 4 yıl Japon otomobil firması Mitsubishi'ye şirketi ortak eden Schrempp bu ortaklığa son verdiğinde şirketi 2.2 milyar zarara sokmuştu bile. Schrempp'le birlikte mercedes arabaların kalitesinin de düştüğü bir gerçek; sadece 2005 Nisan ayı başında 1.3 milyon satılmış otomobil hata yüzünden bakıma çağırıldı ve bakım için 500 milyon Euro harcandı, satışlar bunun üzerine %7 oranında düştü. Schrempp DASA başkanı olarak 1993 yılında Hollanda Uçak şirketi Fokker' satın aldı ama iki ay sonra Fokker şirketi iflas etti. Tüm bunlara karşılık olarak Schrempp ise, şirketi iyi durumda bıraktığını, yönetim başkanlığından ayrıldığı için sevindiğini ve gelecek için çok güzel planları olduğunu açıkladı. Böyle C.E.O düşman başına diyip yazımı noktalıyorum

17 Mart 2008 Pazartesi

MAZDA 2008 MAZDA2

  • Bence bayanlar bu reklamı çok sevecek :)Bu reklam yüzümde ukalaca bi tebessüm yarattı ve bana Mazda'nın bu yeni Mazda2 modelini merak ettirdi doğrusu. Bu reklam üzerine pek bir yoruma raslamadım, bir mail sonucu bende görme fırsatı buldum ve hoşuma giden bu reklamı paylaşmadan ve yorum yapmadan duramadım. Mazda'nın oluşturduğu felsefeden yola çıkarak oluşturduğum yorumu sizle paylaşmadan önce, Mazda'nın bu yeni durumuna biraz bakalım diyorum.Mazda 2008 yılı itibariyle Türkiye'de kendi yapılanmasını kurmaya başladı yani distibütörlükten vazgeçti. "Zoom zoom" dediği bir felsefe oluşturdu.Çalışanlarını dahi bu felsefeye göre seçti, yani temelini buna dayandırdı. Merak edilesi bişey doğrusu. Nedir bu "zoom zoom"?Bu felsefe hareketliliğe ve dinamizme dayanıyor.Çalışanlarının da hareketten ve dinamizmden heycan duyabilen insanlar olmasına özen gösteriyor. Tüketicilerini de otomobilden keyif alan sadık müşteriler olarak tanımlıyor. Mazda2 de ekonomik olması ve rahatlığıyla keyif verici bir ürün olarak karşımıza çıkıyor. Evet şimdi gelelim bahsettiğim şu reklama .Reklamda Türkiye'de sıkça rasladığımız erkeklerin araba kullanan bayana davranış şekilleri ve kafalarındaki, kadına karşı oluşturdukları, imaj yer alıyor. Erkekler kendi aralarında park yeri bulamayan ,dar bir park yeri gören fakat park etmeden yanından geçen bayana alaycı bir tavır takınıyorlar fakat bayan zekice bi hamleyle adamların ağzını açık bırakıyor. Tabiyki bu güvenide arabasından geliyor.Kadın aynen Mazda'nın da istediği gibi otomobilinden keyif alan bir müşteri. Açıkcası böle bir reklamla çıkmak oldukça mantıklı araba kullanan bayan sayısının giderek arttığı bi toplum olduğumuzdan bana göre olaya güzel bir yerden yaklaşıyorlar ve kadınlarında kalbini kazanıyorlar.Nedersiniz bayanlar?Peki baylar?

BAĞLAN HAYATA


Ben Turkcell'in en son nüfusu 398 olan Sivas Asarcık Köyünde çekmiş olduğu reklam filminden ve buna bağlı olarak ta teknolojiden biraz bahsetmek istiyorum. Bu reklamda Turkcell en küçük köylere kadar uzanan geniş bir kapsama alanına sahip olduğunu vurguluyor. Bunu yaparkende Turkcell'in klasikleşmiş baş rol oyuncularını yani şirin, küçük çocuları kullanıyor. Buna ek olarak ta köyün gerçek sakinleri filmde rol alan oyuncular arasında. İsterseniz reklamı bir hatırlayalım. "Cell o can" lar köyün her hanesinin kapısına birer cep telefonu bırakırlar ve köylüler de hayata Turkcell ile bağlanmış olurlar kaba taslak anlatmak gerekirse. Buraya kadar hiçbir sorun yok ancak teyzemin biriyle bir amcamın aralarında yapmış olduğu tartışma çok ilgimi çekti açıkçası. Amca telefonun köylerinde çekmiyeceğini iddaa eder ancak teyzem "bey baksana çekiyor" diyerek eşini ikna eder. Peki ben sormak istiyorum belki de ilk defa cep telefonunu ellerine almış iki yurdumun insanı telefonun çekip çekmediğini nasıl anlıyor. Burası bana biraz saçma geldi açıkçası. Buna bağlı olarak ta biraz teknolojiden bahsetmek istiyorum. Cep telefonları gibi. Bana göre teknolojinin temel amacı "kolaylaştırmak" tır. Ancak son çıkan teknolojik ürünler okadar karmaşık ki. Bunlar biz internet çağında büyüyen gençler için kullanması hiç te zor olmayan aletler olabilir ama söz konusu annelerimiz ve babalarımız olunca tam anlamıyla bir teknoloji düşmanlığı. Edindiğim bir bilgiye göre de perakendecilere iade edilen elektronik cihazların yarıdan fazlası bozuk olduğu için değil, kullanımı zor ve karmaşık oldukları için geri veriliyorlar. Ortalama bir tüketici aldığı ürünü çözmek için 20 dakika harcıyor. Bu süreden sonra cihazın bozuk olduğunu düşünerek iade ediyor. Bence başarıya ulaşmak isteyen teknoloji firmaları en ileri teknolojiye sahip, karmaşık ürünler üretmek yerine karmaşıklığı asgari düzeye indirmeliler diye düşünüyorum.

16 Mart 2008 Pazar

HEDEF KİTLEYE ULAŞMAK


Tüketicilerin ihtiyaç ve talepleri gün geçtikçe artıyor. Bir çok üreticinin olduğu bu ticari pazarda müşteri ihtiyaçlarına karşılık verebilmek için farklı olmak gerekir. Çünkü bu fark hedef kitlenize hissettirmez yada açıklayamazsanız diğerlerinden farksızsınız demektir. Ürünlerinizdeki farkı hedef kitlesine sunmanın en iyi yolu reklamdır. Ama bu demek olmuyor ki ,bu pratik yol bizi her zaman istediğimiz hedef kitlesine ulaştırıyor. Bazen bir takım problemlerle ,tepkilerle karşı karşıya kalınabiliyor. Eleştirilere maruz kalan, hedef kitleye ulaşmayan bir boya reklamını size örnek olarak gösterebilirim. Renklerin dünyası ^DYO BOYA^. Hatırlarsınız, bir reklamında bukalemunu simge olarak kullanmıştı.Fakat bukalemunu simge olarak kullanmak onların hiç işine yaramadı.Bir sürü şikayetlerle, tepkilerle karşı karşıya kaldılar. Hepimiz bukalemunun renk değiştirme özelliğini biliyoruz ve bu reklamda bukalemun dyo boyanın renkleri üzerinde gezip,hangi rengin üzerinde duruyorsa o rengi almaya çalışıyor ama bir türlü beceremiyor ve en sonunda bukalemun çatlıyor.Verilmek istenen mesaj, bukalemun istediği her renge girebilir ama dyo boyanın renklerini tutturamaz.Fakat bunu anlamayan boyacılardan şöle bir tepki geliyor.^Bu sıçan niye renk değiştiriyor^? Müşterilerden de şöle bir tepki geliyor , ki bu müşterilerden kastım anneler ^Bukalemun çok çirkin ,çocuklar yataktan ağlayarak kalkıyorlar bu reklam kaldırılsın.^ Bu tepkilerin sonucu Rtük’e şikayet geliyor ve reklam yayından kaldırılıyor.Benim fikrim ise , gayet iyi ve yaratıcı bir reklamdı. Bukalemunu da simge olarak göstermeleri ilgi çekici. Gelen eleştiriler ise bana göre saçma. Dikkatimi çeken nokta ise, kime sorsam bu reklamın hatırlanması.^Akılda kalan bir reklam^ Bize yada başkalarına göre iyi bir reklam olabilir ama burada önemli olan nokta hedef kitleye ulaşıldı mı yoksa ulaşılamadı mı? İste bu reklamda da görüldüğü gibi pazarladığı ürünün reklamı hedef kitleye ulaşmadığı için piyasada başarısız oldu ve boya satişlarında bir artış olmadı.Buda kendini bu reklamla iyi pazarlayamadığının göstergesidir. Yani , kısacası reklamın ne kadar iyi olduğunu düşünürsek düşünelim , yada ne kadar yaratıcı olduğunu düşünürsek düşünelim hedef kitleye ulaşmadıktan sonra bir anlamı yok.Önemli olan, seslenilmek istenilen hedef kitle kim? Ve o hedef kitleye uygun reklam yapmak,BU DA GERÇEKTEN ZOR BİR İŞ....

Senin Hikayen


Yine bir Microsoft haberiyle bloğuma başlıyorum. Ama bu seferki belki bizide ilgilendiriyor olabilir! Televizyonlarda yeni yeni dönmeye başlayan Microsoft'un "senin hikayen" kampanyasının reklamı... Microsoft Türkiye, kullanıcılarının potansiyellerini gerçekleştirme vizyonu çerçevesinde “Sizin potansiyeliniz, Bizim tutkumuz” sloganıyla biz gençlerin karşısına çıkıyor. Bu reklam kampanyası kapsamında bir de web sitesi yaratıldı. Gençlerin, kendi potansiyellerini yansıtabilecekleri hikayelerini seninhikayen.com adlı internet sitesinde yayınlayabiliyorlar. Bu siteye her isteyen üye olabiliyor ve resim yükleme fırsatıda bizlere sunulmuş durumda. Kendi profilinizi oluşturduktan sonra hikayenizi oluşturuyorsunuz ve bu hikayeyi yeni üyeler oyluyor. Her hafta sonu en çok oy alana HTC touch telefon hediye ediliyor ve 3 ay sürecek olan bu oylamada birinci olan, Vespa (GTS 250), Amerika-New York gezisi ya da yurtdışında dil eğitimi seçeneklerinden birini tercih etme şansı tanınıyor. Microsoft’un bilgisayar kullanan herkesle, her gün birlikte olduğu ve yüz yüze baktığını belirten Microsoft Pazarlama Grubu Müdürü Zeynep Göçmen Eryürük, bu kampanya ile kullanıcılara Microsoft’un varoluş nedenini hatırlatmak istediklerini vurguluyor. Şu ana kadar siteye 20 binin üzerinde bireysel ziyaretçi gelmiş ve 60 binin üzerinde sayfa görüntülenmüş. Online kampanya Mayıs sonuna kadar devam edecek. Umarım bizim aramızdanda böyle yaratıcı ve bu yaratıcılığını gerçeğe dönüştüren arkadaşlarımız çıkar...

15 Mart 2008 Cumartesi



BİR LOGONUN DEĞİŞİM HİKAYESİ
Sadece Türkiyenin değil dünyanın en önemli beyaz eşya üreticilerinden olan arçelik hepimizinde hatırlayacağı üzere 2002 yılında köklü bir değişiklik kararı alarak kırk yıllık logosunu değiştirdi. Birçok kesimden iyi veya kötü eleştri aldı. Bende pazarlamanın temel yapıtaşlarından olan marka logosu üzerine küçük bir araştırma yaptım. Edindiğim bilgiler oldukça şaşırtıcı. Eski Arçelik logosunda markanın ismi siyah, kalın, italik ve büyük harflerle işlenmiş. Logo bu karekteri ile tam anlamıyla 1970'lerde tam anlamıyla Türkiye pazarında kral olduğu dönemleri çağrıştırıyor. Bunların yanı sıra, büyük ve kalın yazı karakteri oldukça agresif olmakla beraber; sert, katı ve müşterilere yukarıdan bakan bir izlenim sergiliyor.


Arçeliğin günümüzde kullanmakta olduğu logo da birbirinden ilginç detaylar gizli. Müşteri beklentilerine göre şekil alabilme gücünü, esnekliğini ve kararlılığını gösteriyor. Dönüşümün ve yeni bir sayfanın simgesi olarak nitelendiriliyor. Bu dörtgende, gülen müşteri ve şekil alan çelik gizli.Yeni Arçelik ambleminin rengi Arçelik’in her zamanki kırmızısı. Yeni Arçelik logosu küçük harfli, geleceğe doğru eğimli. Yeni Arçelik, 70’lerin sanayi markasından yeni milenyumun müşteri odaklı teknoloji ve hizmet markasına dönüşüyor, müşterisiyle küçük harfle konuşuyor. Arçelik 70'li yılların aksine artık kralın kendisinin değil müşterinin olduğunu ve onunla büyük harflerle konuşulamayacağını anlamış diyebiliriz. Sloganlarında da söyledikleri gibi; "Arçelik demek yenilik demek, yenilik demek arçelik demek."

13 Mart 2008 Perşembe

OLAY BUDUR BENCE !


Piyasa da gerçekten neler neler dönüyor. Geçenlerde, şu anda hepimizin hayatında vazgeçilmez olan bir ürün ve markası hakkında bir kaç bilgi öğrendim. Ve çok gariptir ki, bu kadar büyük bir marka olmuş bu ürünü ilk defa o ortamda duydum. Meğersem bulunduğum ortamdaki çoğu insan da bu markayı biliyormuş. Açıkçası bu durumdan biraz da utandım. Neyse sizi daha fazla merakta bırakmayayım. Bir buzdolabı markası "AMANA". Yoksa siz de mi biliyorsunuz? Yapmayın bunu bana. Gelelim mevzu bahise. Bu marka dünyada ilk defa "no-frost"buzdolabını üretmiş. Düşünseniz ya, gerçekten de iyi bir ürün. İyi bir pazar seçimi ve o pazara öncülük etmek de onlara başarıyı getirmiş. Sonuçta pazarı kasıp kavurdu bu ürünler. Nerde kaldı o eski tip, tek kapı buzdolaplarımız. Nerdeyse hiç bir yerde kalmadı. Öğrendiğime göre, bu adamlar buzdolabı piyasasında ki bütün yeniliklerin öncüsüymüş. Misal, meyve bölümü için kuru hava, sebze bölümü için nemli hava üfleyen gelişmiş buzdolapları.Bunun yanı sıra su içme ihtiyacımız için "su pınarı" bulunan buzdolapları ve bunun gibi bir sürü yenilik. Yani anlayacağınız, bu adamlar standart buzdolaplarından akıllı buzdolaplarına kadar pek çok çeşite yer vermiş kendi içlerinde. Merak ettim bu buzdolaplarını, bir fiyatını sorayım dedim. Ne kadar dersiniz? Şöyle söyleyeyim, şu an piyasada bulunan iyi bir buzdolabının üç katı kadar. İyi bir buzdolabı 1-2 milyar civarında ise, gerisini de siz hesap edin. Aklıma takıldı acaba alan var mıdır diye. Olmaz mı... Adamlar öyle bir kitle bulmuş, öyle bir kesime hitap ediyorlar ki, değil 6 milyar 10 milyar da olsa insanlar gene gidip o buzdolaplarını alır. Yani anlayacağınız "Atı alan çoktan Üsküdar'ı geçmiş". Adamlar öyle bir pazar, öyle bir kitle yakalamış, öyle bir güven duygusu oluşturmuşlar ki, bundan sonra da o kitleyi, o güveni kolay kolay kaybetmezler herhalde. Ne diyelim büyük marka olmak böyle bir şey sanırım. Son olarak şunu söyleyelim o zaman; doğru pazar seçimi, iyi bir kitleye yönelim ve doğru stratejileri kullanmak her zaman markalaşmada ve dünya devleri arasına girmekte başlangıç adımıdır.

hepimiz birer pazarlamacıyız.

Günlük yaşamda birçok yerde karşımıza çıkan pazarlama dediğimiz kavrama yönelik çok sayıda tanım bulunmaktadır.Herkezin pazarlama kavramından anladığı birbirinden farklıdır. Bir çok kitapta pazarlamanın tanımını yapmak için sayfalar dolusu yazı yazılmıştır ve kitabı kapattığınız zaman hala "pazarlama nedir?" sorusuna cevap vermekte güçlük çekersiniz. Bana göre pazarlama; müşterilerin gereksinimlerini anlama ve bu çerçevede hizmetlerin nasıl tasarlanıp sunulabileceğini planlama işlemidir. İsmini hatırlamadığım ve seminerine katıldığım bir pazarlama ustası pazarlamayı, "pazarla ilişki kurmak, insanların gereksinimlerini doyurmak amacıyla değişimi gerçekleştirmek" şeklinde tanımlamaktadır.
Bir önceki paragrafta yazdıklarımı zaten pazarlama dersi alan herkez biliyordur. Peki bu dersleri almayıp ve pazarlama tekniklerini en iyi uygulayan yurdum insanına ne demeli! Sizlerle günlük hayatımda rasladığım birkaç olayı paylaşmak isterim. Geçtiğimiz yaz aylarından birinde İstanbul Eminönünde arkadaşımla dolaşırken birden bir kalabalık gözümüze çarptı, tabi birçok Anadolu insanı gibi bizde merakımızı gidermek amacıyla kalabalığın olduğu bölgeye doğru hareketlendik. Gördüğümüz manzara çok ilginç; yüksek sesle topluluğun ilgisini çekmeye çalışan genç bir adam. Tabiki ilginç olan bu değil söylediği sözler;"hepinize çinden cep kliması getirdim, maliyetide çok uygun sadece beş ytl. isteyene hemen çantamdan çıkartıp vereceğim. Yokmu isteyen." Benden önce davranan genç bir delikanlı, bir tane istediğini söyledi. Satış yapan adam da bu isteği hemen yerine getirip çantadan bir tane kendi deyimiyle cep kliması çıkardı ve nasıl kullanılacağını da gösterdi; "aşağı yukarı ritmik hareketlerle salla" diyordu kalabalığın alaycı gülmelerine aldırmadan. Herhalde buraya kadar ne olduğunu tahmin etmişsinizdir sattığı ürünün ama ben yinede söyleyeyim; sattığı daha doğrusu bana göre iyi pazarladığı ürün yelpazeden başka birşey değildir.
Yine geçtiğimiz yaz aylarında sahilde güneşlenirken böyle ilginç bir olaya tanık oldum. Denizden yeni çıkmışım ve kurulanıyorum, herzaman tanıdık olduğum milli piyangocu teyzeler amcalar aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu; "şans kapınıza geldi, çıkmaz demeyin şansını deneyin, bugün çekiliyor" tarzında artık hiç de cazip gelmeyen ama hepimiz en az bikere bu vaatlere inanıp aldığımız pazarlama tekniklerinden bazıları. Ama o an değişik bir şey duydum;" nakit getirdim, çek getirdim, yok mu paraya ihtiyacı olan?" bu ilginç sözleri duyunca hemen yanıma çağırdım satış yapan çocuğu ve yanıma gelip çantasından milli piyango biletlerini çıkarana kadar farkına varamadım milli piyango satıcısı olduğunu. Hemen "ben nakit istiyorum" dedim; elaman akıllı ne dese beğenirsiniz?;" kazı kazan kazı hemen vereyim paranı"dedi ve ben kazımaya başladım ama nakit konusunda haklıydı ama ben değil o aldı tüm nakitleri. Tüm paramı kazı kazanda kaybettikten sonra sordum;" peki çek isteseydim ne yapacaktın" dedim. Elamanımız hazır cevap hemen şöyle diyiverdi;"o zaman sana milli piyango verecektim, yarın çekiliyo ve sende paranı gidip sonradan alacaktın". Hem onun için keyifli çünkü kısa bi sürede iyi bi "nakit" kazandı ve hem benim için iyi çünkü belkide dört saatlik bir konferansda edinemeyeceğim bir tecrübe kazandırdı bana."Önemli olan ne sattığın değil onu nasıl satabildiğindir"
Son olarak belki bir pazarlama tekniği değil ama birşey daha paylaşmak isterim sizinle. Birçoğumuz uçakla seyahat etmişizdir ve hepiminizin dikkatini çekmiştir hosteslerin ne kadar güzel ve bakımlı olduğu. Ama ben onları sadece güzel ama içi boş birer biblo olarak görürdüm taki en son bu ara tatil de uçağa binene kadar.Hepimiz şu repliği sizlerinde çok iyi bildiğine eminim;" Türk Hava Yollarını tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz, uçağımız Adnan Menderes hava limanına iniş yapmıştır, inerken lütfen el bagajınızı almayı unutmayınız.". Bu uçuşumda yine son derece güzel bir hostes bu anonsu yaptı ve hemen aklıma bir muziplik geldi. Gerçekten hosteslerin ne kadar güzel ve içi boş olduklarını ispatlamak için bir fırsat dedim kendi kendime. Uçaktan inmeden önce anonsu yapan hostesin yanına yanaştım ve sordum;"benim el bagajım yok ben ne yapmalıyım?" dedim. Bu sorudan sonra kızarıp bozarmasını ve ne diyeceğini bilmez bi yüz ifadesi takınması umuyordum. Ama bana verdiği cevap çok ilginç;" madem elinde el bagajın yok bende iki tane var bana yardım edersin birisini sen taşırsın o zaman" dedi ve hostesler hakkındaki tezimi yerle bir etmekle kalmayıp uçakda bulunan herkezi kahkahaya boğdu. Kendi silahımla avlanmıştım ve ne diyeceğini bilmez duruma düşen olmakla kalmayıp birde valiz taşımakla uğraşmıştım.
Günlerdir rüyalarıma giren blog'a ne yazsam sorusunada bu makale ile sonvermiş olmanın yanı sıra sizleri de sıkmadan, kavramlara boğmadan, rakamlardan uzak, günlük hayatla bağlantılı bir yazı hayalimide gerçeğe dönüştürmenin sevincini yaşıyorum. Sözün özü aslında bize kitaplarda öğretilen pazarlama kavramlarını ve tekniklerini, hayat okulu denen okulların en büyüğünü bitiren yurdum insanı yalayıp yutmuş durumda.

hepimiz birer pazarlamacıyız.

5 Mart 2008 Çarşamba

LOVELLS ÇİKOLATA

Dünyanın çikolata ustası olarak bilinen Lovells bu pazardaki yerini almak ve rakiplerine fark atmak için Türkiye pazarındaki ilk iletişim çalışmalarına başladı .İngiliz markası olan Lovells, Türkiye pazarına sütlü çikolata, karamel ve nugali bar Mack (OLMACK YA DA OLMAMACK) ile merhaba diyerek bir reklam filmi hazırladı. Son reklamında bildiğiniz gibi kırmızı Ferrariye çarpan kadını konu alıyor. (Çikolatayı yemek ya da yememek).İki reklamda da bir ikilem var, oynayan kişiler hep muhallakta kalıyor. Sonuncunda ya çikolatanın tamamı yeniyor ya da 2 parça bırakılıp herşey yoluna giriyor. Son reklamı görmüş olmalısınız. Sinema salonlarında,televizyonda sürekli yayınlanılıyor.Yine de şöyle bir özet geçelim. Sakar kadın otoparka bulunan Minicooper marka arabasıyla tam arkasına park etmiş olan kırmızı Ferrari’ye çarpar . Aman hiç endişelenmeye ya da panik yapmaya değer mi? Bu iş nasıl çözülür diye düşünmeyin, sırrı çantada saklı.^^LOVELLS SIRRI^^. Kadın çantasından Lovells sütlü çikolatasını çıkarıp çarptığı Ferrari’nin camına koyar. Her şey yoluna girmiştir Ferrarinin sahibi bu dayanılmaz lezzeti görünce arabasına çarpıldığını unutacak kadın da kendini çarptığı arabanın sahibine kolaylıkla affettirmiş olacaktır(!). Fakat bıraktığı çikolatanın çekiçiliğine dayanamayan ve yemeye başlayan kendisi olur. Ferrari’nin sahibine de tüm paketten sadece 2 parça bırakır. Problem hemen çözüldü mü? Ohh her şey bu kadar kolay olsa keşke. Kadın üstünden büyük bir sorumluluğu atmanın mutluluğu ve huzuruyla oradan ayrılır.^^SUÇLULUK DUYGUSUNU BASTIRAN ÇİKOLATA^^. Ferrari’nin sahibi bu durumda üstelik 2 parca çikolatayla olayı nasıl unutur orası meçhul. Şu şekilde düşünmeyeceği kesin arabam hiç önemli değil, sonuç olarak 2 PARÇA lovells çikolata yedim. Ama şu şekilde düşünebilme olasılığı yüksek sen ferrarimle çikolatanın değerini bir mi tutuyorsun? Valla ne kadar dünya markası olursa olsun , ne kadar lezzetli çikolata olursa olsun , o anda bu durumu 2 parça çikolatayla affedebilecek kimse olduğunu sanmıyorum. Reklam dünyasının kapılarının hayal gücüne açık olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama işin sihirli yanı abartının yanında inandırıcılığı da kullanabilmek.

Microsoft'a Rekor Ceza Geldi!


Microsoft'un başı bir türlü beladan kurtulmuyor. Yıllar önce "Nescape Navigator" tarafından dava edilmişti ama "Nescape" 2007' nin sonuyla tarihe karıştı. Bu belkide Microsoftla uğraşılmaması için bir gösterge. Yıllar önce kendisinin bulduğu kodlarla dünya devi olan Bilgates, bence bu kadar çamura büründürülmeye çalışılması haksız. Microsoft yine bir dava ve yeni bir para cezası ile karşı karşıya. Avrupa Birliği Microsoft'un tekelleştiği ve Avrupa Birliği yaptırımlarına uymama iddiası ile tam 1.3 milyar dolar ceza ön gördü. Yargı, Microsoft anahtar kodu rakip firmalara sağlamadığı için suçlu bulmuştu. Avrupa Birliği yöneticilerine göre Microsoft, Avrupa Birliği içerisinde antitröst kuralını ihlal eden ilk firma olma özelliğini taşıyor. Birliğin komisyon üyesi Neelie Kroes durumu şöyle anlatıyor: "Microsoft 50 sene içinde Avrupa Birliği normlarına antitröst kuralına uymadığından bu miktarda para cezası ödeyen ilk şirket." 2004 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Microsoft şekilde Internet Explorer'ı Windows işletim sistemi içine entegre ettiği için haksız rekabete yol açtı ve 2004 yılında kesilen 497 milyon euro para cezasını Avrupa Mahkemesi desteklemişti. Bu kadar cezaya ve bu kadar köşeye sıkıştırılmaya karşı Microsoft kayıtsız kalmıyor. Gelecekte yapacağı ve geliştireceği ürünlerin açıklığını arttıracaklarını söylüyorlar. Ama buna rağmen Microsofta yakından takip edilmekte ve Geçen hafta Avrupa komisyonu tarafından 2 yeni anti-rekabet davası açtı. Belkide Microsoft'un bu kadar güçlü olmasını istemeyenler vardır ama dünya üzerinde bir çok ülkenin ekonomisinden güçlü bir dev şirketten bahsediyoruz. Bu kadar cezaya, davaya ve prestijinin sarsılmaya çalışılması sonuçsuz bir çaba. Yazılımlarının fiyatlarının bu kadar yüksek olması tekel olmasından ötürü, belkide dünya piyasının kanını emiyor ama hepimiz yinede Microsofta mecburuz. Kim gider Linüx veya Open Office kullanır. Saatlerce kullandığımız MSN bile bir Microsoft yazılımı. Intel, AMD ve bir çok donanım üreticisi bile Microsoftla el ele. Bu gösteriyorki, insanlık taşlı sopalı savaşlarına geri dönmedikçe Microsoft yine pazarının sahibi olacak.

4 Mart 2008 Salı

HAZIR YİYECEKLER KANSER RİSKİ Mİ TAŞIYOR?


1960 yılından beri hazır yiyeceklerdeki artış gözden kaçmayacak kadar büyük. Özellikle çalışan bayan kesmine hitap eden hazır yiyecekler, pratikliği bakımından her eve girmiş durumda. Kolay yapımı ve aynı zamanda lezzetli olması bu ilgi ve alakanın birinci sebebi bence. Yalnız son zamanlarda hepimizin severek tükettiği hazır yiyecekler hakkında bir iddia ortaya atıldı; hazır yiyecekler gerçekten kansere neden oluyor mu? Bu soruya cevap vermeden önce, Türkiye'de en cok tüketilen hazır yiyeceklerden biri olan hazır çorbaları biraz konuşalım. Her damak zevkine uygun olarak üretilen, doğal ve katkısız hazır çorbalar bugünlerde Türkiye'de ciddi bir kitle yakalamış durumda. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye'de 2004 yılında içilen her 100 çorbadan 17'si hazır çorba iken, bu rakam günümüzde 24'lere ulaşmış durumda ve artış hızla devam ediyor. Bu artışa tabi ki büyük markaların da yapmış olduğu önemli katkılar var.Örneğin "Knorr" bu işi en iyi yapanlardan biri. Çıkarmış olduğu bardak çorbalar ve bunun yanı sıra değişik tatlar herkesi etkilediği gibi beni de kayıtsız bırakmıyor. Gelelim olayın asıl kısmına. Bu derece hayatımıza girmiş olan hazır yiyecekler gerçekten kanser riski taşıyor mu? Bir kaç araştırma yaptığımda önüme birçok belgenin çıktığı bu iddia, doğru mudur yanlış mıdır hala tam olarak belli değil. Bu iddiayı içindeki kanserojen maddeler yüzünden doğrulayan profesörlerin yanı sıra, mahallemizde de bir çok teyzemiz destekliyor. Artık bu kadar dile düşmüş bir konuda yetkili insanlardan bir açıklama bekliyoruz. Hazır gıda üreticileri artık konuya duyarsız kalmamalı ve bu konuya bir açıklık getirmelidir. Tam Türkiye'de yeni bir şeyler oturmaya başlamışken, elle tutulur bir pazar payı yakalanmışken böle iddialar asılsız kalmamalı bence. Eğer hazır yiyecekler gerçekten insan sağlığını tehdit ediyorsa, kanser riskini arttırıyorsa, o zaman üreticiler bu yükümlülüğün altında daha fazla kalmamalıdırlar. Bu tutum hem üretici-tüketici arasındaki ilişkiyi güçlendirir, hem de insan sağlığını daha fazla tehlikeye atmamış olur. Eğer bu belirsizlik devam ederse, hem üreticiyi hem de tüketiciyi büyük sıkıntılar bekliyor. İlerleyen zamanda ne üretici ürettiğinden ne de tüketici tükettiğinden zevk alacak. En kısa zamanda bu konunun aydınlanması en büyük temennim.

3 Mart 2008 Pazartesi

Koca "YUVASI"

Evli, nişanlı ya da sevgilisi olan erkekler karşı cinsin alışveriş konusundaki merakını ve hassasiyetini çok yakından bilirler. Bende bu durumdan muzdarip erkeklerin arasındayım. Kadın ve erkeğin kimyası ve doğası birbirinden tamamen farklı olduğu için ilgi gösterdikleri alanlarda çok farklı. Alışveriş, kadınların saatlerce yapmaktan çok hoşlandıkları bir aktivite olmakla beraber ben bundan zevk alabilen ve sıkılmadan partnerine eşlik edebilecek bir erkek tanımıyorum. O yüzden de kadınların kocalarıyla veya sevgilileriyle alışverişe çıkmalarını mağaza ve işletme sahipleri için pek hayırlı olmadığını düşünüyorum. Ev eşyaları satan bir mağazada yapılmış bir araştırmada bu düşünceyi destekler nitelikte. Araştırmada alışveriş süreleriyle ilgili bazı değerler bulunmakta. Buna göre;
Kadın arkadaşlarıyla gelen kadınlar: 8 dakika 15 saniye.
Erkekle birlikte gelen kadınlar: 4 dakika 41 saniye.
Neredeyse %50 daha düşük bir zaman, öyleyse alışveriş sırasında erkeklerin homurdanmalarını ve kadınları mağazadan dışarı sürüklemelerini engelleyecek birşeyler yapılması taraftarıyım. Mesela mağazanın bir köşesinde plazma televizyona bağlanmış bir oyun konsolu ve güzel içecekler olsa erkekler değil 4 dakika 40 dakika bile bekleyebilirler böylece kadınlar da daha rahat alışveriş yapmış ve gönüllerince dolaşmış olurlar. Fakat alman kadınlar bu olayı biraz fazla abartmışlar ve kocalarını alışveriş sırasında bir alındı belgesi karşılığında yuvaya teslim ediyorlar ve bu belgeyi getirdiklerinde kocalarını geri alıyorlar. Yuvada erkekler 10 euro karşılığında iki bardak bira, bir sıcak yemek ve televizyonlardan maç seyretme imkanına kavuşuyorlar.

2 Mart 2008 Pazar

TEKNOMARKET SAVAŞLARI

Heryıl yüzde 25 büyüyen sektörde rekabet had safhada!Elektronik perakendeciliğindeki potansiyel,sadece yerli firmaların değil,dünya devlerinin de gözünü kamaştırıyor.Sektörde kılıçlar çekildi,fiyatlar dibe vurdu...İlk raundun galibi ise tüketici!Avrupa'nın en büyük elektromarket zinciri,dünyanın ise iki numaralı elektronik perakendecisi Media Markt'ın Türkiye'deki ilk mağazanın açılışında bazı ürünlerin perakende satış fiyatının yüzde 50 altında fiyatlarla satışa sunulması,tam anlamıyla izdihama yol açtı.Ve teknolojik ürünlerdeki fiyat rekabeti de bu atağın ardından had safhaya ulaştı.Kar marjının yüzde 16 ile 20 arasında değiştiği teknolojik ürünlerdeki rekabette "bende varım"demek adına tekno marketler ,zararı da göze alıp önemli oranlarda indirime gittiler.Peki tüketiciye yarayan fiyat indirimleri daha ne kadar devam edebilir?Yıllarca en ucuz ürünü satarak müşteriyi mıknatıs gibi çeken ve bugün neredeyse 350 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşan dünya perakende devi Wal-Mart bile yavaş yavaş bu rotasından (fiyat indirimi) dönüyor.Doç.Dr.Sevgin Eroğlu,yalnızca fiyat indirimiyle uzun dönem başarılı olunamayacağı görüşünde.Bugün yalnızca fiyatlarla öne çıkan Wal-Mart bile fiyatın tek silah olamayacağını anlamış durumda.Sevgin Eroğlu zaman içerisinde Türkiye'de de bu tür bir dağılımın yerleşeceği görüşünde.Fakat ilk başta yaşanan "ortalığı kan revan içinde bırakan" fiyat indirimlerinide normal buluyor.Özellikle gelişmekte olan ülkelerde finans kaynakları kısıtlı,bütçeler küçük olduğu için şu anda fiyat ve taksit en önemli iki faktör.Fakat inanıyor ki zaman içerisinde teknolojik ürünler daha da karmaşıklaştıkça,servis kalitesinin ağılığının artacağına.Yani ilk önce fiyat indirimiyle başlayan pazarlama stratejisi taşlar yerine oturduğu zaman servis kalitesinin artması ve bununla beraber fiyatların yükselmesiyle devam edicek .