20 Mart 2008 Perşembe

80 milyon dolar kazandı, 50 milyar dolar zarar ettirdi.

Bir şirketin en önemli çalışanı şüphesiz C.E.O sudur kuşkusuz ama size desem ki "aynı zamanda şirketin en önemli reklam yüzü ve pazarlama elamanıdır", herhalde birçoğunuz nasıl yani C.E.O niye pazarlamayla uğraşsın bu işi pazarlama departmanı yapar dersiniz; ama C.E.O larda bunu bilinçli yapmıyor zaten çalışmalarda en önde oldukları için pazarlama kendiliğinden gerçekleşiyor. Ben daha fazla kafa karıştırmadan örneğimi sizle paylaşmak istiyorum. Araba tamirciliğinden başlayıp şuan hepimizin tanıdığı dünya otomobil devleri arasına gelen, 390 bin kişinin çalıştığı ve yıllık cirosu 142 milyar euro olan DaimlerChrysler şirketinin başkanlığına kadar yükselen Jürgen Schrempp'in düşüşü de çok hızlı oldu. Schremp'in görevi bırakacağı haberi bile DaimlerChryslerin hisse senetlerini borsada %11 arttırdı. Bir finans dergisinin araştırmasına göre Schrempp'in yönetim kurulu başkanlığında şirket hisselerinin 50 milyar dolar azaldığını, kendisinin ise aynı süre içinde 80 milyon dolar kazandığını tespit etti.Bukadar kötü bir ün salmak için neler yaptı isterseniz kısaca bahsedeyim size. Schrempp'in 1998 yılında Smart marka otomobil üretimiyle şirketi 2.6 milyar Euro zarara soktuğu belirtildi. 4 yıl Japon otomobil firması Mitsubishi'ye şirketi ortak eden Schrempp bu ortaklığa son verdiğinde şirketi 2.2 milyar zarara sokmuştu bile. Schrempp'le birlikte mercedes arabaların kalitesinin de düştüğü bir gerçek; sadece 2005 Nisan ayı başında 1.3 milyon satılmış otomobil hata yüzünden bakıma çağırıldı ve bakım için 500 milyon Euro harcandı, satışlar bunun üzerine %7 oranında düştü. Schrempp DASA başkanı olarak 1993 yılında Hollanda Uçak şirketi Fokker' satın aldı ama iki ay sonra Fokker şirketi iflas etti. Tüm bunlara karşılık olarak Schrempp ise, şirketi iyi durumda bıraktığını, yönetim başkanlığından ayrıldığı için sevindiğini ve gelecek için çok güzel planları olduğunu açıkladı. Böyle C.E.O düşman başına diyip yazımı noktalıyorum

17 Mart 2008 Pazartesi

MAZDA 2008 MAZDA2

  • Bence bayanlar bu reklamı çok sevecek :)Bu reklam yüzümde ukalaca bi tebessüm yarattı ve bana Mazda'nın bu yeni Mazda2 modelini merak ettirdi doğrusu. Bu reklam üzerine pek bir yoruma raslamadım, bir mail sonucu bende görme fırsatı buldum ve hoşuma giden bu reklamı paylaşmadan ve yorum yapmadan duramadım. Mazda'nın oluşturduğu felsefeden yola çıkarak oluşturduğum yorumu sizle paylaşmadan önce, Mazda'nın bu yeni durumuna biraz bakalım diyorum.Mazda 2008 yılı itibariyle Türkiye'de kendi yapılanmasını kurmaya başladı yani distibütörlükten vazgeçti. "Zoom zoom" dediği bir felsefe oluşturdu.Çalışanlarını dahi bu felsefeye göre seçti, yani temelini buna dayandırdı. Merak edilesi bişey doğrusu. Nedir bu "zoom zoom"?Bu felsefe hareketliliğe ve dinamizme dayanıyor.Çalışanlarının da hareketten ve dinamizmden heycan duyabilen insanlar olmasına özen gösteriyor. Tüketicilerini de otomobilden keyif alan sadık müşteriler olarak tanımlıyor. Mazda2 de ekonomik olması ve rahatlığıyla keyif verici bir ürün olarak karşımıza çıkıyor. Evet şimdi gelelim bahsettiğim şu reklama .Reklamda Türkiye'de sıkça rasladığımız erkeklerin araba kullanan bayana davranış şekilleri ve kafalarındaki, kadına karşı oluşturdukları, imaj yer alıyor. Erkekler kendi aralarında park yeri bulamayan ,dar bir park yeri gören fakat park etmeden yanından geçen bayana alaycı bir tavır takınıyorlar fakat bayan zekice bi hamleyle adamların ağzını açık bırakıyor. Tabiyki bu güvenide arabasından geliyor.Kadın aynen Mazda'nın da istediği gibi otomobilinden keyif alan bir müşteri. Açıkcası böle bir reklamla çıkmak oldukça mantıklı araba kullanan bayan sayısının giderek arttığı bi toplum olduğumuzdan bana göre olaya güzel bir yerden yaklaşıyorlar ve kadınlarında kalbini kazanıyorlar.Nedersiniz bayanlar?Peki baylar?

BAĞLAN HAYATA


Ben Turkcell'in en son nüfusu 398 olan Sivas Asarcık Köyünde çekmiş olduğu reklam filminden ve buna bağlı olarak ta teknolojiden biraz bahsetmek istiyorum. Bu reklamda Turkcell en küçük köylere kadar uzanan geniş bir kapsama alanına sahip olduğunu vurguluyor. Bunu yaparkende Turkcell'in klasikleşmiş baş rol oyuncularını yani şirin, küçük çocuları kullanıyor. Buna ek olarak ta köyün gerçek sakinleri filmde rol alan oyuncular arasında. İsterseniz reklamı bir hatırlayalım. "Cell o can" lar köyün her hanesinin kapısına birer cep telefonu bırakırlar ve köylüler de hayata Turkcell ile bağlanmış olurlar kaba taslak anlatmak gerekirse. Buraya kadar hiçbir sorun yok ancak teyzemin biriyle bir amcamın aralarında yapmış olduğu tartışma çok ilgimi çekti açıkçası. Amca telefonun köylerinde çekmiyeceğini iddaa eder ancak teyzem "bey baksana çekiyor" diyerek eşini ikna eder. Peki ben sormak istiyorum belki de ilk defa cep telefonunu ellerine almış iki yurdumun insanı telefonun çekip çekmediğini nasıl anlıyor. Burası bana biraz saçma geldi açıkçası. Buna bağlı olarak ta biraz teknolojiden bahsetmek istiyorum. Cep telefonları gibi. Bana göre teknolojinin temel amacı "kolaylaştırmak" tır. Ancak son çıkan teknolojik ürünler okadar karmaşık ki. Bunlar biz internet çağında büyüyen gençler için kullanması hiç te zor olmayan aletler olabilir ama söz konusu annelerimiz ve babalarımız olunca tam anlamıyla bir teknoloji düşmanlığı. Edindiğim bir bilgiye göre de perakendecilere iade edilen elektronik cihazların yarıdan fazlası bozuk olduğu için değil, kullanımı zor ve karmaşık oldukları için geri veriliyorlar. Ortalama bir tüketici aldığı ürünü çözmek için 20 dakika harcıyor. Bu süreden sonra cihazın bozuk olduğunu düşünerek iade ediyor. Bence başarıya ulaşmak isteyen teknoloji firmaları en ileri teknolojiye sahip, karmaşık ürünler üretmek yerine karmaşıklığı asgari düzeye indirmeliler diye düşünüyorum.

16 Mart 2008 Pazar

HEDEF KİTLEYE ULAŞMAK


Tüketicilerin ihtiyaç ve talepleri gün geçtikçe artıyor. Bir çok üreticinin olduğu bu ticari pazarda müşteri ihtiyaçlarına karşılık verebilmek için farklı olmak gerekir. Çünkü bu fark hedef kitlenize hissettirmez yada açıklayamazsanız diğerlerinden farksızsınız demektir. Ürünlerinizdeki farkı hedef kitlesine sunmanın en iyi yolu reklamdır. Ama bu demek olmuyor ki ,bu pratik yol bizi her zaman istediğimiz hedef kitlesine ulaştırıyor. Bazen bir takım problemlerle ,tepkilerle karşı karşıya kalınabiliyor. Eleştirilere maruz kalan, hedef kitleye ulaşmayan bir boya reklamını size örnek olarak gösterebilirim. Renklerin dünyası ^DYO BOYA^. Hatırlarsınız, bir reklamında bukalemunu simge olarak kullanmıştı.Fakat bukalemunu simge olarak kullanmak onların hiç işine yaramadı.Bir sürü şikayetlerle, tepkilerle karşı karşıya kaldılar. Hepimiz bukalemunun renk değiştirme özelliğini biliyoruz ve bu reklamda bukalemun dyo boyanın renkleri üzerinde gezip,hangi rengin üzerinde duruyorsa o rengi almaya çalışıyor ama bir türlü beceremiyor ve en sonunda bukalemun çatlıyor.Verilmek istenen mesaj, bukalemun istediği her renge girebilir ama dyo boyanın renklerini tutturamaz.Fakat bunu anlamayan boyacılardan şöle bir tepki geliyor.^Bu sıçan niye renk değiştiriyor^? Müşterilerden de şöle bir tepki geliyor , ki bu müşterilerden kastım anneler ^Bukalemun çok çirkin ,çocuklar yataktan ağlayarak kalkıyorlar bu reklam kaldırılsın.^ Bu tepkilerin sonucu Rtük’e şikayet geliyor ve reklam yayından kaldırılıyor.Benim fikrim ise , gayet iyi ve yaratıcı bir reklamdı. Bukalemunu da simge olarak göstermeleri ilgi çekici. Gelen eleştiriler ise bana göre saçma. Dikkatimi çeken nokta ise, kime sorsam bu reklamın hatırlanması.^Akılda kalan bir reklam^ Bize yada başkalarına göre iyi bir reklam olabilir ama burada önemli olan nokta hedef kitleye ulaşıldı mı yoksa ulaşılamadı mı? İste bu reklamda da görüldüğü gibi pazarladığı ürünün reklamı hedef kitleye ulaşmadığı için piyasada başarısız oldu ve boya satişlarında bir artış olmadı.Buda kendini bu reklamla iyi pazarlayamadığının göstergesidir. Yani , kısacası reklamın ne kadar iyi olduğunu düşünürsek düşünelim , yada ne kadar yaratıcı olduğunu düşünürsek düşünelim hedef kitleye ulaşmadıktan sonra bir anlamı yok.Önemli olan, seslenilmek istenilen hedef kitle kim? Ve o hedef kitleye uygun reklam yapmak,BU DA GERÇEKTEN ZOR BİR İŞ....

Senin Hikayen


Yine bir Microsoft haberiyle bloğuma başlıyorum. Ama bu seferki belki bizide ilgilendiriyor olabilir! Televizyonlarda yeni yeni dönmeye başlayan Microsoft'un "senin hikayen" kampanyasının reklamı... Microsoft Türkiye, kullanıcılarının potansiyellerini gerçekleştirme vizyonu çerçevesinde “Sizin potansiyeliniz, Bizim tutkumuz” sloganıyla biz gençlerin karşısına çıkıyor. Bu reklam kampanyası kapsamında bir de web sitesi yaratıldı. Gençlerin, kendi potansiyellerini yansıtabilecekleri hikayelerini seninhikayen.com adlı internet sitesinde yayınlayabiliyorlar. Bu siteye her isteyen üye olabiliyor ve resim yükleme fırsatıda bizlere sunulmuş durumda. Kendi profilinizi oluşturduktan sonra hikayenizi oluşturuyorsunuz ve bu hikayeyi yeni üyeler oyluyor. Her hafta sonu en çok oy alana HTC touch telefon hediye ediliyor ve 3 ay sürecek olan bu oylamada birinci olan, Vespa (GTS 250), Amerika-New York gezisi ya da yurtdışında dil eğitimi seçeneklerinden birini tercih etme şansı tanınıyor. Microsoft’un bilgisayar kullanan herkesle, her gün birlikte olduğu ve yüz yüze baktığını belirten Microsoft Pazarlama Grubu Müdürü Zeynep Göçmen Eryürük, bu kampanya ile kullanıcılara Microsoft’un varoluş nedenini hatırlatmak istediklerini vurguluyor. Şu ana kadar siteye 20 binin üzerinde bireysel ziyaretçi gelmiş ve 60 binin üzerinde sayfa görüntülenmüş. Online kampanya Mayıs sonuna kadar devam edecek. Umarım bizim aramızdanda böyle yaratıcı ve bu yaratıcılığını gerçeğe dönüştüren arkadaşlarımız çıkar...

15 Mart 2008 Cumartesi



BİR LOGONUN DEĞİŞİM HİKAYESİ
Sadece Türkiyenin değil dünyanın en önemli beyaz eşya üreticilerinden olan arçelik hepimizinde hatırlayacağı üzere 2002 yılında köklü bir değişiklik kararı alarak kırk yıllık logosunu değiştirdi. Birçok kesimden iyi veya kötü eleştri aldı. Bende pazarlamanın temel yapıtaşlarından olan marka logosu üzerine küçük bir araştırma yaptım. Edindiğim bilgiler oldukça şaşırtıcı. Eski Arçelik logosunda markanın ismi siyah, kalın, italik ve büyük harflerle işlenmiş. Logo bu karekteri ile tam anlamıyla 1970'lerde tam anlamıyla Türkiye pazarında kral olduğu dönemleri çağrıştırıyor. Bunların yanı sıra, büyük ve kalın yazı karakteri oldukça agresif olmakla beraber; sert, katı ve müşterilere yukarıdan bakan bir izlenim sergiliyor.


Arçeliğin günümüzde kullanmakta olduğu logo da birbirinden ilginç detaylar gizli. Müşteri beklentilerine göre şekil alabilme gücünü, esnekliğini ve kararlılığını gösteriyor. Dönüşümün ve yeni bir sayfanın simgesi olarak nitelendiriliyor. Bu dörtgende, gülen müşteri ve şekil alan çelik gizli.Yeni Arçelik ambleminin rengi Arçelik’in her zamanki kırmızısı. Yeni Arçelik logosu küçük harfli, geleceğe doğru eğimli. Yeni Arçelik, 70’lerin sanayi markasından yeni milenyumun müşteri odaklı teknoloji ve hizmet markasına dönüşüyor, müşterisiyle küçük harfle konuşuyor. Arçelik 70'li yılların aksine artık kralın kendisinin değil müşterinin olduğunu ve onunla büyük harflerle konuşulamayacağını anlamış diyebiliriz. Sloganlarında da söyledikleri gibi; "Arçelik demek yenilik demek, yenilik demek arçelik demek."

13 Mart 2008 Perşembe

OLAY BUDUR BENCE !


Piyasa da gerçekten neler neler dönüyor. Geçenlerde, şu anda hepimizin hayatında vazgeçilmez olan bir ürün ve markası hakkında bir kaç bilgi öğrendim. Ve çok gariptir ki, bu kadar büyük bir marka olmuş bu ürünü ilk defa o ortamda duydum. Meğersem bulunduğum ortamdaki çoğu insan da bu markayı biliyormuş. Açıkçası bu durumdan biraz da utandım. Neyse sizi daha fazla merakta bırakmayayım. Bir buzdolabı markası "AMANA". Yoksa siz de mi biliyorsunuz? Yapmayın bunu bana. Gelelim mevzu bahise. Bu marka dünyada ilk defa "no-frost"buzdolabını üretmiş. Düşünseniz ya, gerçekten de iyi bir ürün. İyi bir pazar seçimi ve o pazara öncülük etmek de onlara başarıyı getirmiş. Sonuçta pazarı kasıp kavurdu bu ürünler. Nerde kaldı o eski tip, tek kapı buzdolaplarımız. Nerdeyse hiç bir yerde kalmadı. Öğrendiğime göre, bu adamlar buzdolabı piyasasında ki bütün yeniliklerin öncüsüymüş. Misal, meyve bölümü için kuru hava, sebze bölümü için nemli hava üfleyen gelişmiş buzdolapları.Bunun yanı sıra su içme ihtiyacımız için "su pınarı" bulunan buzdolapları ve bunun gibi bir sürü yenilik. Yani anlayacağınız, bu adamlar standart buzdolaplarından akıllı buzdolaplarına kadar pek çok çeşite yer vermiş kendi içlerinde. Merak ettim bu buzdolaplarını, bir fiyatını sorayım dedim. Ne kadar dersiniz? Şöyle söyleyeyim, şu an piyasada bulunan iyi bir buzdolabının üç katı kadar. İyi bir buzdolabı 1-2 milyar civarında ise, gerisini de siz hesap edin. Aklıma takıldı acaba alan var mıdır diye. Olmaz mı... Adamlar öyle bir kitle bulmuş, öyle bir kesime hitap ediyorlar ki, değil 6 milyar 10 milyar da olsa insanlar gene gidip o buzdolaplarını alır. Yani anlayacağınız "Atı alan çoktan Üsküdar'ı geçmiş". Adamlar öyle bir pazar, öyle bir kitle yakalamış, öyle bir güven duygusu oluşturmuşlar ki, bundan sonra da o kitleyi, o güveni kolay kolay kaybetmezler herhalde. Ne diyelim büyük marka olmak böyle bir şey sanırım. Son olarak şunu söyleyelim o zaman; doğru pazar seçimi, iyi bir kitleye yönelim ve doğru stratejileri kullanmak her zaman markalaşmada ve dünya devleri arasına girmekte başlangıç adımıdır.

hepimiz birer pazarlamacıyız.

Günlük yaşamda birçok yerde karşımıza çıkan pazarlama dediğimiz kavrama yönelik çok sayıda tanım bulunmaktadır.Herkezin pazarlama kavramından anladığı birbirinden farklıdır. Bir çok kitapta pazarlamanın tanımını yapmak için sayfalar dolusu yazı yazılmıştır ve kitabı kapattığınız zaman hala "pazarlama nedir?" sorusuna cevap vermekte güçlük çekersiniz. Bana göre pazarlama; müşterilerin gereksinimlerini anlama ve bu çerçevede hizmetlerin nasıl tasarlanıp sunulabileceğini planlama işlemidir. İsmini hatırlamadığım ve seminerine katıldığım bir pazarlama ustası pazarlamayı, "pazarla ilişki kurmak, insanların gereksinimlerini doyurmak amacıyla değişimi gerçekleştirmek" şeklinde tanımlamaktadır.
Bir önceki paragrafta yazdıklarımı zaten pazarlama dersi alan herkez biliyordur. Peki bu dersleri almayıp ve pazarlama tekniklerini en iyi uygulayan yurdum insanına ne demeli! Sizlerle günlük hayatımda rasladığım birkaç olayı paylaşmak isterim. Geçtiğimiz yaz aylarından birinde İstanbul Eminönünde arkadaşımla dolaşırken birden bir kalabalık gözümüze çarptı, tabi birçok Anadolu insanı gibi bizde merakımızı gidermek amacıyla kalabalığın olduğu bölgeye doğru hareketlendik. Gördüğümüz manzara çok ilginç; yüksek sesle topluluğun ilgisini çekmeye çalışan genç bir adam. Tabiki ilginç olan bu değil söylediği sözler;"hepinize çinden cep kliması getirdim, maliyetide çok uygun sadece beş ytl. isteyene hemen çantamdan çıkartıp vereceğim. Yokmu isteyen." Benden önce davranan genç bir delikanlı, bir tane istediğini söyledi. Satış yapan adam da bu isteği hemen yerine getirip çantadan bir tane kendi deyimiyle cep kliması çıkardı ve nasıl kullanılacağını da gösterdi; "aşağı yukarı ritmik hareketlerle salla" diyordu kalabalığın alaycı gülmelerine aldırmadan. Herhalde buraya kadar ne olduğunu tahmin etmişsinizdir sattığı ürünün ama ben yinede söyleyeyim; sattığı daha doğrusu bana göre iyi pazarladığı ürün yelpazeden başka birşey değildir.
Yine geçtiğimiz yaz aylarında sahilde güneşlenirken böyle ilginç bir olaya tanık oldum. Denizden yeni çıkmışım ve kurulanıyorum, herzaman tanıdık olduğum milli piyangocu teyzeler amcalar aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu; "şans kapınıza geldi, çıkmaz demeyin şansını deneyin, bugün çekiliyor" tarzında artık hiç de cazip gelmeyen ama hepimiz en az bikere bu vaatlere inanıp aldığımız pazarlama tekniklerinden bazıları. Ama o an değişik bir şey duydum;" nakit getirdim, çek getirdim, yok mu paraya ihtiyacı olan?" bu ilginç sözleri duyunca hemen yanıma çağırdım satış yapan çocuğu ve yanıma gelip çantasından milli piyango biletlerini çıkarana kadar farkına varamadım milli piyango satıcısı olduğunu. Hemen "ben nakit istiyorum" dedim; elaman akıllı ne dese beğenirsiniz?;" kazı kazan kazı hemen vereyim paranı"dedi ve ben kazımaya başladım ama nakit konusunda haklıydı ama ben değil o aldı tüm nakitleri. Tüm paramı kazı kazanda kaybettikten sonra sordum;" peki çek isteseydim ne yapacaktın" dedim. Elamanımız hazır cevap hemen şöyle diyiverdi;"o zaman sana milli piyango verecektim, yarın çekiliyo ve sende paranı gidip sonradan alacaktın". Hem onun için keyifli çünkü kısa bi sürede iyi bi "nakit" kazandı ve hem benim için iyi çünkü belkide dört saatlik bir konferansda edinemeyeceğim bir tecrübe kazandırdı bana."Önemli olan ne sattığın değil onu nasıl satabildiğindir"
Son olarak belki bir pazarlama tekniği değil ama birşey daha paylaşmak isterim sizinle. Birçoğumuz uçakla seyahat etmişizdir ve hepiminizin dikkatini çekmiştir hosteslerin ne kadar güzel ve bakımlı olduğu. Ama ben onları sadece güzel ama içi boş birer biblo olarak görürdüm taki en son bu ara tatil de uçağa binene kadar.Hepimiz şu repliği sizlerinde çok iyi bildiğine eminim;" Türk Hava Yollarını tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz, uçağımız Adnan Menderes hava limanına iniş yapmıştır, inerken lütfen el bagajınızı almayı unutmayınız.". Bu uçuşumda yine son derece güzel bir hostes bu anonsu yaptı ve hemen aklıma bir muziplik geldi. Gerçekten hosteslerin ne kadar güzel ve içi boş olduklarını ispatlamak için bir fırsat dedim kendi kendime. Uçaktan inmeden önce anonsu yapan hostesin yanına yanaştım ve sordum;"benim el bagajım yok ben ne yapmalıyım?" dedim. Bu sorudan sonra kızarıp bozarmasını ve ne diyeceğini bilmez bi yüz ifadesi takınması umuyordum. Ama bana verdiği cevap çok ilginç;" madem elinde el bagajın yok bende iki tane var bana yardım edersin birisini sen taşırsın o zaman" dedi ve hostesler hakkındaki tezimi yerle bir etmekle kalmayıp uçakda bulunan herkezi kahkahaya boğdu. Kendi silahımla avlanmıştım ve ne diyeceğini bilmez duruma düşen olmakla kalmayıp birde valiz taşımakla uğraşmıştım.
Günlerdir rüyalarıma giren blog'a ne yazsam sorusunada bu makale ile sonvermiş olmanın yanı sıra sizleri de sıkmadan, kavramlara boğmadan, rakamlardan uzak, günlük hayatla bağlantılı bir yazı hayalimide gerçeğe dönüştürmenin sevincini yaşıyorum. Sözün özü aslında bize kitaplarda öğretilen pazarlama kavramlarını ve tekniklerini, hayat okulu denen okulların en büyüğünü bitiren yurdum insanı yalayıp yutmuş durumda.

hepimiz birer pazarlamacıyız.

5 Mart 2008 Çarşamba

LOVELLS ÇİKOLATA

Dünyanın çikolata ustası olarak bilinen Lovells bu pazardaki yerini almak ve rakiplerine fark atmak için Türkiye pazarındaki ilk iletişim çalışmalarına başladı .İngiliz markası olan Lovells, Türkiye pazarına sütlü çikolata, karamel ve nugali bar Mack (OLMACK YA DA OLMAMACK) ile merhaba diyerek bir reklam filmi hazırladı. Son reklamında bildiğiniz gibi kırmızı Ferrariye çarpan kadını konu alıyor. (Çikolatayı yemek ya da yememek).İki reklamda da bir ikilem var, oynayan kişiler hep muhallakta kalıyor. Sonuncunda ya çikolatanın tamamı yeniyor ya da 2 parça bırakılıp herşey yoluna giriyor. Son reklamı görmüş olmalısınız. Sinema salonlarında,televizyonda sürekli yayınlanılıyor.Yine de şöyle bir özet geçelim. Sakar kadın otoparka bulunan Minicooper marka arabasıyla tam arkasına park etmiş olan kırmızı Ferrari’ye çarpar . Aman hiç endişelenmeye ya da panik yapmaya değer mi? Bu iş nasıl çözülür diye düşünmeyin, sırrı çantada saklı.^^LOVELLS SIRRI^^. Kadın çantasından Lovells sütlü çikolatasını çıkarıp çarptığı Ferrari’nin camına koyar. Her şey yoluna girmiştir Ferrarinin sahibi bu dayanılmaz lezzeti görünce arabasına çarpıldığını unutacak kadın da kendini çarptığı arabanın sahibine kolaylıkla affettirmiş olacaktır(!). Fakat bıraktığı çikolatanın çekiçiliğine dayanamayan ve yemeye başlayan kendisi olur. Ferrari’nin sahibine de tüm paketten sadece 2 parça bırakır. Problem hemen çözüldü mü? Ohh her şey bu kadar kolay olsa keşke. Kadın üstünden büyük bir sorumluluğu atmanın mutluluğu ve huzuruyla oradan ayrılır.^^SUÇLULUK DUYGUSUNU BASTIRAN ÇİKOLATA^^. Ferrari’nin sahibi bu durumda üstelik 2 parca çikolatayla olayı nasıl unutur orası meçhul. Şu şekilde düşünmeyeceği kesin arabam hiç önemli değil, sonuç olarak 2 PARÇA lovells çikolata yedim. Ama şu şekilde düşünebilme olasılığı yüksek sen ferrarimle çikolatanın değerini bir mi tutuyorsun? Valla ne kadar dünya markası olursa olsun , ne kadar lezzetli çikolata olursa olsun , o anda bu durumu 2 parça çikolatayla affedebilecek kimse olduğunu sanmıyorum. Reklam dünyasının kapılarının hayal gücüne açık olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama işin sihirli yanı abartının yanında inandırıcılığı da kullanabilmek.

Microsoft'a Rekor Ceza Geldi!


Microsoft'un başı bir türlü beladan kurtulmuyor. Yıllar önce "Nescape Navigator" tarafından dava edilmişti ama "Nescape" 2007' nin sonuyla tarihe karıştı. Bu belkide Microsoftla uğraşılmaması için bir gösterge. Yıllar önce kendisinin bulduğu kodlarla dünya devi olan Bilgates, bence bu kadar çamura büründürülmeye çalışılması haksız. Microsoft yine bir dava ve yeni bir para cezası ile karşı karşıya. Avrupa Birliği Microsoft'un tekelleştiği ve Avrupa Birliği yaptırımlarına uymama iddiası ile tam 1.3 milyar dolar ceza ön gördü. Yargı, Microsoft anahtar kodu rakip firmalara sağlamadığı için suçlu bulmuştu. Avrupa Birliği yöneticilerine göre Microsoft, Avrupa Birliği içerisinde antitröst kuralını ihlal eden ilk firma olma özelliğini taşıyor. Birliğin komisyon üyesi Neelie Kroes durumu şöyle anlatıyor: "Microsoft 50 sene içinde Avrupa Birliği normlarına antitröst kuralına uymadığından bu miktarda para cezası ödeyen ilk şirket." 2004 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Microsoft şekilde Internet Explorer'ı Windows işletim sistemi içine entegre ettiği için haksız rekabete yol açtı ve 2004 yılında kesilen 497 milyon euro para cezasını Avrupa Mahkemesi desteklemişti. Bu kadar cezaya ve bu kadar köşeye sıkıştırılmaya karşı Microsoft kayıtsız kalmıyor. Gelecekte yapacağı ve geliştireceği ürünlerin açıklığını arttıracaklarını söylüyorlar. Ama buna rağmen Microsofta yakından takip edilmekte ve Geçen hafta Avrupa komisyonu tarafından 2 yeni anti-rekabet davası açtı. Belkide Microsoft'un bu kadar güçlü olmasını istemeyenler vardır ama dünya üzerinde bir çok ülkenin ekonomisinden güçlü bir dev şirketten bahsediyoruz. Bu kadar cezaya, davaya ve prestijinin sarsılmaya çalışılması sonuçsuz bir çaba. Yazılımlarının fiyatlarının bu kadar yüksek olması tekel olmasından ötürü, belkide dünya piyasının kanını emiyor ama hepimiz yinede Microsofta mecburuz. Kim gider Linüx veya Open Office kullanır. Saatlerce kullandığımız MSN bile bir Microsoft yazılımı. Intel, AMD ve bir çok donanım üreticisi bile Microsoftla el ele. Bu gösteriyorki, insanlık taşlı sopalı savaşlarına geri dönmedikçe Microsoft yine pazarının sahibi olacak.

4 Mart 2008 Salı

HAZIR YİYECEKLER KANSER RİSKİ Mİ TAŞIYOR?


1960 yılından beri hazır yiyeceklerdeki artış gözden kaçmayacak kadar büyük. Özellikle çalışan bayan kesmine hitap eden hazır yiyecekler, pratikliği bakımından her eve girmiş durumda. Kolay yapımı ve aynı zamanda lezzetli olması bu ilgi ve alakanın birinci sebebi bence. Yalnız son zamanlarda hepimizin severek tükettiği hazır yiyecekler hakkında bir iddia ortaya atıldı; hazır yiyecekler gerçekten kansere neden oluyor mu? Bu soruya cevap vermeden önce, Türkiye'de en cok tüketilen hazır yiyeceklerden biri olan hazır çorbaları biraz konuşalım. Her damak zevkine uygun olarak üretilen, doğal ve katkısız hazır çorbalar bugünlerde Türkiye'de ciddi bir kitle yakalamış durumda. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye'de 2004 yılında içilen her 100 çorbadan 17'si hazır çorba iken, bu rakam günümüzde 24'lere ulaşmış durumda ve artış hızla devam ediyor. Bu artışa tabi ki büyük markaların da yapmış olduğu önemli katkılar var.Örneğin "Knorr" bu işi en iyi yapanlardan biri. Çıkarmış olduğu bardak çorbalar ve bunun yanı sıra değişik tatlar herkesi etkilediği gibi beni de kayıtsız bırakmıyor. Gelelim olayın asıl kısmına. Bu derece hayatımıza girmiş olan hazır yiyecekler gerçekten kanser riski taşıyor mu? Bir kaç araştırma yaptığımda önüme birçok belgenin çıktığı bu iddia, doğru mudur yanlış mıdır hala tam olarak belli değil. Bu iddiayı içindeki kanserojen maddeler yüzünden doğrulayan profesörlerin yanı sıra, mahallemizde de bir çok teyzemiz destekliyor. Artık bu kadar dile düşmüş bir konuda yetkili insanlardan bir açıklama bekliyoruz. Hazır gıda üreticileri artık konuya duyarsız kalmamalı ve bu konuya bir açıklık getirmelidir. Tam Türkiye'de yeni bir şeyler oturmaya başlamışken, elle tutulur bir pazar payı yakalanmışken böle iddialar asılsız kalmamalı bence. Eğer hazır yiyecekler gerçekten insan sağlığını tehdit ediyorsa, kanser riskini arttırıyorsa, o zaman üreticiler bu yükümlülüğün altında daha fazla kalmamalıdırlar. Bu tutum hem üretici-tüketici arasındaki ilişkiyi güçlendirir, hem de insan sağlığını daha fazla tehlikeye atmamış olur. Eğer bu belirsizlik devam ederse, hem üreticiyi hem de tüketiciyi büyük sıkıntılar bekliyor. İlerleyen zamanda ne üretici ürettiğinden ne de tüketici tükettiğinden zevk alacak. En kısa zamanda bu konunun aydınlanması en büyük temennim.

3 Mart 2008 Pazartesi

Koca "YUVASI"

Evli, nişanlı ya da sevgilisi olan erkekler karşı cinsin alışveriş konusundaki merakını ve hassasiyetini çok yakından bilirler. Bende bu durumdan muzdarip erkeklerin arasındayım. Kadın ve erkeğin kimyası ve doğası birbirinden tamamen farklı olduğu için ilgi gösterdikleri alanlarda çok farklı. Alışveriş, kadınların saatlerce yapmaktan çok hoşlandıkları bir aktivite olmakla beraber ben bundan zevk alabilen ve sıkılmadan partnerine eşlik edebilecek bir erkek tanımıyorum. O yüzden de kadınların kocalarıyla veya sevgilileriyle alışverişe çıkmalarını mağaza ve işletme sahipleri için pek hayırlı olmadığını düşünüyorum. Ev eşyaları satan bir mağazada yapılmış bir araştırmada bu düşünceyi destekler nitelikte. Araştırmada alışveriş süreleriyle ilgili bazı değerler bulunmakta. Buna göre;
Kadın arkadaşlarıyla gelen kadınlar: 8 dakika 15 saniye.
Erkekle birlikte gelen kadınlar: 4 dakika 41 saniye.
Neredeyse %50 daha düşük bir zaman, öyleyse alışveriş sırasında erkeklerin homurdanmalarını ve kadınları mağazadan dışarı sürüklemelerini engelleyecek birşeyler yapılması taraftarıyım. Mesela mağazanın bir köşesinde plazma televizyona bağlanmış bir oyun konsolu ve güzel içecekler olsa erkekler değil 4 dakika 40 dakika bile bekleyebilirler böylece kadınlar da daha rahat alışveriş yapmış ve gönüllerince dolaşmış olurlar. Fakat alman kadınlar bu olayı biraz fazla abartmışlar ve kocalarını alışveriş sırasında bir alındı belgesi karşılığında yuvaya teslim ediyorlar ve bu belgeyi getirdiklerinde kocalarını geri alıyorlar. Yuvada erkekler 10 euro karşılığında iki bardak bira, bir sıcak yemek ve televizyonlardan maç seyretme imkanına kavuşuyorlar.

2 Mart 2008 Pazar

TEKNOMARKET SAVAŞLARI

Heryıl yüzde 25 büyüyen sektörde rekabet had safhada!Elektronik perakendeciliğindeki potansiyel,sadece yerli firmaların değil,dünya devlerinin de gözünü kamaştırıyor.Sektörde kılıçlar çekildi,fiyatlar dibe vurdu...İlk raundun galibi ise tüketici!Avrupa'nın en büyük elektromarket zinciri,dünyanın ise iki numaralı elektronik perakendecisi Media Markt'ın Türkiye'deki ilk mağazanın açılışında bazı ürünlerin perakende satış fiyatının yüzde 50 altında fiyatlarla satışa sunulması,tam anlamıyla izdihama yol açtı.Ve teknolojik ürünlerdeki fiyat rekabeti de bu atağın ardından had safhaya ulaştı.Kar marjının yüzde 16 ile 20 arasında değiştiği teknolojik ürünlerdeki rekabette "bende varım"demek adına tekno marketler ,zararı da göze alıp önemli oranlarda indirime gittiler.Peki tüketiciye yarayan fiyat indirimleri daha ne kadar devam edebilir?Yıllarca en ucuz ürünü satarak müşteriyi mıknatıs gibi çeken ve bugün neredeyse 350 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşan dünya perakende devi Wal-Mart bile yavaş yavaş bu rotasından (fiyat indirimi) dönüyor.Doç.Dr.Sevgin Eroğlu,yalnızca fiyat indirimiyle uzun dönem başarılı olunamayacağı görüşünde.Bugün yalnızca fiyatlarla öne çıkan Wal-Mart bile fiyatın tek silah olamayacağını anlamış durumda.Sevgin Eroğlu zaman içerisinde Türkiye'de de bu tür bir dağılımın yerleşeceği görüşünde.Fakat ilk başta yaşanan "ortalığı kan revan içinde bırakan" fiyat indirimlerinide normal buluyor.Özellikle gelişmekte olan ülkelerde finans kaynakları kısıtlı,bütçeler küçük olduğu için şu anda fiyat ve taksit en önemli iki faktör.Fakat inanıyor ki zaman içerisinde teknolojik ürünler daha da karmaşıklaştıkça,servis kalitesinin ağılığının artacağına.Yani ilk önce fiyat indirimiyle başlayan pazarlama stratejisi taşlar yerine oturduğu zaman servis kalitesinin artması ve bununla beraber fiyatların yükselmesiyle devam edicek .